E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 30 (4)
Volume: 30  Issue: 4 - 2013
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Strategies in Haploidentical Stem Cell Transplantation in Adults
Ulaş D. Bayraktar, Stefan O. Ciurea
doi: 10.4274/Tjh.2013.0054  Pages 342 - 350
Tam “human leukocyte antigen” (HLA) uyumlu bağışçı bulunamayan hastalar için bir diğer seçenek yarı-eşlenik akraba bağışçılardan alınacak kök hücrelerdir. Bağışçı ve hasta arasında aşılması gereken yüksek HLA uyumsuzluğuna ragmen, yarıeşlenik akraba bağışçılarından kan kök hücre nakli (yarı-eşlenik kan kök hücre nakli [YKHN]); bağışçıya anında ulaşılabilirlik, ender gorülen haplotipler icin uygulanabilirlik, kök hücrelerin elde edilmesindeki kolaylık ve kord kanı bankası/doku bankasından bağımsızlığı dolayısıyla cazip bir yontemdir. Bu derlemede şu soruları cevaplandıracağız: 1) YKHN’de HLA uyumsuzluk bariyerini aşmak için kullanılan stratejiler ve sonuçları nelerdir? 2) Birden fazla yarı-eşlenik akraba bağışçısının olması durumunda bağışçı nasıl seçilmelidir? 3) YKHN’in korddan kök hücre nakline göre avantaj ve dezavantajları nelerdir?
Haploidentical related donors are alternative stem cell sources for patients without human leukocyte antigen (HLA)-matched related or unrelated donors. Immediate access to the donor, availability for patients with rare haplotypes, ease of stem cell procurement, and lack of a requirement for a physical cord blood bank or an extensive HLA database render this type of hematopoietic stem cell transplantation particularly attractive despite the high histoincompatibility barrier between the recipient and the haploidentical graft. In this review, we answer the following questions: 1) What are the current transplant strategies used to overcome the histoincompatibility barrier in haploidentical stem cell transplantation and their clinical results? 2) How should we choose the donor when there is more than one available haploidentical donor? 3) How does transplantation from haploidentical donors compare to that from umbilical cord blood?

RESEARCH ARTICLE
2.Turkish Chronic Myeloid Leukemia Study: Retrospective Sectional Analysis of CML Patients
Fahri Sahin, Guray Saydam, Melda Comert, Burak Uz, Akif Selim Yavuz, Et Al
doi: 10.4274/Tjh.2013.0151  Pages 351 - 358
AMAÇ: Kronik myeloid lösemi (KML) tanısı olan hastalarda tedavi ve takip kriterleri son 10 yılda çok ciddi değişimlere uğramıştır. Özellikle NCCN ve ELN kılavuzlarının yayınlanması ve düzenli olarak güncellenmesiyle hastaların daha yakın takibi mümkün olmuştur. Ancak güncel uygulamaları değerlendirebilmek için kayıt ve retrospektif analizlere ihtiyaç vardır.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada, ülkemizde 12 merkezin katılımıyla KML tanısıyla izlenen 1133 hastanın demografik özellikleri, hastalık durumları, yanıt, direnç ve ikinci kuşak tirozin kinaz inhibitör kullanımları analiz edilmiştir.
BULGULAR: Hasta grubumuzda, yanıt oranlarının litaretüre göre daha yüksek olduğu, moleküler yanıt değerlendirmenin tüm merkezlerde mümkün olmadığı saptanmıştır.
SONUÇ: KML hastalarının bakım kalitesinin arttırılması için moleküler teknik kullanımının arttırılması ve daha yaygın kayıt sistemine ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: here have been tremendous changes in treatment and follow-up of patients with chronic myeloid leukemia (CML) in the last decade. Especially, regular publication and updating of NCCN and ELN guidelines have provided enermous rationale and base for close monitorization of patients with CML. But, it is stil needed to have registry results retrospectively to evaluate daily CML practices.
METHODS: In this article, we have evaluated 1133 patients’ results with CML in terms of demographical features, disease status, response, resistance and use of second-generation TKIs.
RESULTS: The response rate has been found relatively high in comparison with previously published articles, and we detected that there was a lack of appropriate and adequate molecular response assessment.

CONCLUSION: We concluded that we need to improve registry systems and increase the availability of molecular response assessment to provide high-quality patient care.


3.Does HOXA9 Gene Expression in Egyptian Chronic Myelogenous Leukemia Patients Affect Disease Progression? A Retrospective Cohort Study
Manar Mohamd Mohamad Ismail, Moneer M. Manar
doi: 10.4274/Tjh.2012.0083  Pages 359 - 365
AMAÇ: Kronik Miyeloid Lösemi (KML) klonal bir kök hücre hastalığıdır ve BCR-ABL füzyon geni ile ilişkilidir. Hastalık tedavi edilmediği zaman, kronik evreden hızlanmış evreye ilerler ve sonunda akut lösemi ile sonuçlanır. Lösemik transformasyonda temel olarak gerekli olan ve klinik olarak ilişkili onkoproteinlerin belirlenmesi spesifik anti-lösemik ilaçlar için yeni moleküler hedef olabilecekleri için önemlidir. Bu çalışma bazı Mısırlı kronik evre KML hastalarında HOXA9 gen sunum oranını belirlemede ve bunun BCR-ABL sunumu ile ilişkisinin ve klinik öneminin değerlendirilmesinde başlangıç adımıdır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya altmış iki yeni tanı KML olgusu (56 kronik evre, 1 hızlanmış evre ve 5 blastik kriz) alındı. HOXA9 ve BCR-ABL genlerinin sunumu tek basamaklı RT-PCR ile tespit edildi. HOXA9/ABL ve BCR-ABL/ABL oranlarının PCR ürün yoğunluklarının dansitometrik değerleri üzerinden hesaplanması için kontrol geni olarak ABL seçildi.
BULGULAR: HOXA9 sunumu yeni tanı kronik evre KML olgularının %44.6’sında (25/56) tespit edildi. ABL geni ile ilişkili olarak ortanca sunum 0.32 idi (aralık: 0.08-1.37) ve splenomegali ile başvuran (p<0.001), yüksek Sokal skoru (p<0.001) ve birinci raundda BCR-ABL sunumu olan (p =0.004) KML olgularında daha yüksek sunum sıklığı vardı. Diğer klinik parametreler, genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım ile ilişki tespit edilemedi.
SONUÇ: HOXA9 sunumu kötü prognostik faktörler ile yakından ilişkilidir ancak çalışmamızda bunun hasta sağkalımı ile ilişkisini gösteremedik.
OBJECTIVE: Chronic myelogenous leukemia (CML) is a clonal stem cell disease and is consistently associated with the BCR-ABL fusion gene. The chronic phase of the disease tends to pass into an accelerated phase and eventually leads to acute leukemia if left untreated. Oncoproteins necessary for leukemic transformation are both fundamentally and clinically relevant to identify as they might be new molecular targets for the development of specific anti-leukemic drugs. This study is an initial step to define the proportion of HOXA9 gene expression in some Egyptians with chronic-phase CML at diagnosis and to evaluate its relation with BCR-ABL expression and its clinical significance.
METHODS: Sixty-two newly diagnosed CML patients (56 in chronic phase, 1 in accelerated phase, and 5 in blastic crises) were enrolled in the study. HOXA9 and BCR-ABL gene expressions were detected by one-step RT-PCR. ABL was chosen as a control gene to calculate HOXA9/ABL and BCR-ABL/ABL ratios from densitometric values of PCR product intensities.
RESULTS: HOXA9 expression was encountered in 25/56 (44.6%) of newly diagnosed CML patients in the chronic phase. The median expression was 0.31 (range: 0.08-1.37) in relation to the ABL gene, with a higher frequency of expression in CML patients presenting with splenomegaly (p<0.001), high Sokal score (p<0.001), and BCR-ABL expression from the first round (p=0.004). No association could be detected with other clinical parameters, overall survival, or disease-free survival.
CONCLUSION: HOXA9 expression is closely related to poor prognostic factors, but we could not demonstrate its relationship to patient survival.

4.Evaluation of Danazol, Cyclosporine, and Prednisolone as Single Agent or in Combination for Paroxysmal Nocturnal Hemoglobinuria
Kanjaksha Ghosh, Manisha Madkaikar, Maya Gupta, Farah Jijina
doi: 10.4274/Tjh.2012.0199  Pages 366 - 370
AMAÇ: Tek başına veya birlikte kullanılan danazol, siklosporin ve prednizolonun tedavideki yeri 32 paroksismal nokturnal hemoglobinürili (PNH) hasta üzerinde değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Yaşları 14 ile 60 arasında değişen 19 erkek ve 13 kadın PNH tanılı hasta danazol (4), danazol + siklosporin (7), siklosporin (1), ve danazol + prednizolon (20) ile tedavi edildi. Aplastik kemik iliği olup en az 3 aylık siklosporin tedavisine yanıt alınamayan hastalarda tedaviye danazol eklendi. Aplastik kemik iliği olan 4 hastada tanı anında böbrek yetersizliği bulunması nedeniyle sadece danazol kullanıldı. Hastalar düzenli kan sayımı, karaciğer ve böbrek testleri ile değerlendirildi.
BULGULAR: Bir hastada tek başına siklosporin kullanımına yanıt alındı. Otuz iki hastanın 13’ünde (%40) tam remisyon elde edildi. On iki hastada (%37) kısmi yanıt görüldü ve bu hastalarda eritrosit replasman gereksinimi ortadan kalktı. İki hastada ise (7) tedaviye yanıt alınamadı. Beş hasta (%16) tedavinin ilk 3 ayı içinde yanıt değerlendirmesi yapılamadan tromboz veya kanamadan kaybedildi. Ortanca takip süresi 4,5 yıldı.
SONUÇ: Danazol hipoplastik PNH’da siklosporine, diğer PNH türlerinde ise prednizolonun yanına eklenebilecek yararlı bir tedavi tamamlayıcı ajan olarak görünmektedir. Özellikle eculizumab ve antilenfosit globulinlere erişimin kısıtlı olduğu yerlerde uygulanabilecek bir tedavi seçeneği oluşturmaktadır.
OBJECTIVE: The responses of 32 patients with paroxysmal nocturnal hemoglobinuria (PNH) were assessed after the patients were put on various combinations of danazol, prednisolone, and cyclosporine.
METHODS: Nineteen males and 13 females aged between 14 and 60 years with confirmed diagnosis of PNH were treated with danazol (4), danazol + cyclosporine (7), cyclosporine (1), and prednisolone + danazol (20). Response to these interventions was assessed regularly. Danazol was added to cyclosporine in patients with aplastic bone marrow after 3 months of cyclocporine use only unless the former therapy was successful. Four patients with aplastic marrow received only danazol because they had renal insufficiency at presentation. Patients were evaluated with regular complete blood count and routine liver and renal function tests.
RESULTS: One patient responded to cyclosporine only. Thirteen of 32 patients (40%) had complete response, 12/32 patients (37%) had partial response leading to freedom from red cell transfusion, and 2/32 (7%) had no response. Five patients (16%) died due to thrombosis or hemorrhage within 3 months of therapy before their response to therapy could be assessed. The median period of review of the cases was 4 years and 6 months.
CONCLUSION: Danazol is a useful addition to PNH therapy both in combination with cyclosporine for hypoplastic PNH and with prednisolone for other forms of PNH, and this therapy could be a good alternative where eculizumab and anti-lymphocyte globulin cannot be used for various reasons.

5.An Experimental Study of Radiation Effect on Normal Tissue: Analysis of HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA-1, and TSP-1 Expression
Caner Aktaş, Cengiz Kurtman, M. Kemal Özbilgin, İbrahim Tek, Selami Koçak Toprak
doi: 10.4274/Tjh.2012.0142  Pages 371 - 378
AMAÇ: Çalışmada, radyasyonun normal vasküler endotelde oluşturduğu stres ve hipoksiye bağlı olarak HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA-1 ve TSP-1 ekspresyonu ile bunların aralarında ilişki olup olmadığı ve bu ekspresyonlar neticesinde anjiojenezin uyarılabileceği hipotezi araştırılmıştır.
YÖNTEMLER: Bu amaç ile 24 adet erkek Swiss albino fare, kontrol grubu (1. Grup) ve sırasıyla 24 saat (2. Grup), 48 saat (3. Grup) ve 7. Günde (4. Grup) ötanazi uygulanmak üzere 4 gruba ayrıldı. Co-60 cihazı ile pelvis bölgesine tek fraksiyonda 10 Gy iyonize radyasyon uygulandı. İmmünhistokimyasal metod ve ışık mikroskobu yöntemi ile HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA-1 ve TSP-1 antikorları kullanılarak mesane damar endotelinde anjiojenez yolunda yer alan faktörlerin ekspresyonları değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmamızda iyonize radyasyon ile mesane damar endotelinde HIF-1α antikoru ile 3. grupta kuvvetli boyanma izlenirken diğer grupların boyanma şiddeti daha az idi. VEGF incelendiğinde, 1. ve 4. grupta zayıf boyanma izlenirken, 2. grupta orta derecede, 3.grupta ise kuvvetli boyanma izlendi. eIF2, 1. ve 4. grupta kuvvetli boyanma göstermiş, 2. ve 3. grupta ise zayıf boyanmıştı. TIA-1 ile yapılan değerlendirmede ise 1. grupta zayıf boyanma özellikleri gözlenirken, 2. ve 4. grup orta derecede, 3. grupta ise oldukça kuvvetli boyanma izlendi. Çalışmamızda TSP-1 ile boyanma 1. grup örneklerde oldukça kuvvetli gözlenirken, diğer gruplarda boyanma özellikleri oldukça zayıf izlendi.
SONUÇ: Radyasyon uygulaması ile normal dokuda anjiojenez yolundaki pozitif etkili faktörlerin (HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA- 1) arttığı görülürken, negatif etkili faktörün (TSP-1) düştüğü belirlendi. Bu sonuç ile radyasyona yanıt olarak normal dokuda fizyolojik anjiojenezin başlatılarak doku iyileşmesinin hızlandırılmaya çalışıldığı düşünülmüştür.
OBJECTIVE: This study investigated whether or not the stress and hypoxia, which are the effects of radiation on normal vascular endothelium, leading to the release of HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA-1, and TSP-1 were related and the possibility of them stimulating angiogenesis.
METHODS: Twenty-four male Swiss Albino mice were separated into 4 groups. The first group was the control group (Group 1), and the second, third, and fourth groups were euthanized after 24 h (Group 2), 48 h (Group 3), and 7 days (Group 4), respectively. A single-fractioned 10 Gy of ionizing radiation was applied to all mice’s pelvic zone with Co-60. Bladders were removed completely from the pelvic region. Immunohistochemistry and light microscopy were used to investigate whether there would be an increase or not in the angiogenesis pathway by using the HIF-1α, VEGF, eIF2, TIA-1, and TSP-1 antibodies.
RESULTS: The HIF-1α antibody showed strong staining in Group 3, while the staining intensity was less in other groups. VEGF showed weak staining in Groups 1 and 4, while moderate staining in Group 2 and strong staining in Group 3 was observed. eIF2 showed strong staining in Groups 1 and 4. Groups 2 and 3 were stained weakly. In the present study, staining with TSP-1 was very strong in the samples belonging to Group 1, while other groups showed very weak staining.
CONCLUSION: When normal tissue was exposed to radiation, the positively effective factors (HIF-1, VEGF, eIF2, and TIA- 1) on the angiogenesis pathway were increased while the negative factor (TSP-1) was decreased. Radiation may initiate physiological angiogenesis in the normal tissue and accelerate healing in the damaged normal tissue.

6.Arterial Stiffness and Pulse Wave Reflection in Young Adult Heterozygous Sickle Cell Carriers
Tünzale Bayramoğlu, Oğuz Akkuş, Kamil Nas, Miklós Illyes, Ferenc Molnar, Emel Gürkan, M. Bayram Bashırov, Şerafettin Demir, Gamze Akkuş, Esmeray Acartürk
doi: 10.4274/Tjh.2012.0205  Pages 379 - 386
AMAÇ: Nabız dalga hızı ve aort artırma indeksi arteryel sertliğin belirleyicileridir. Nabız dalga yansıması ve arteryel sertlik kardiyovasküler olaylar ve orak hücre hastalığı ile ilişkilidir. Ancak bu belirteçlerin heterozigot orak hücre taşıyıcılarına (HbAS) olan etkisi bilinmemektedir. Çalışmanın amacı genç erişkin heterozigot orak hücre taşıyıcılarında arteryel sertlik ve dalga yansımasını değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 18-40 yaşlar arası 40 gönüllü (20 Hemoglobin AS, 20 Hemoglobin AA) dahil edildi. Arttırma indeksi ve nabız dalga hızı arteriyografi ile ölçüldü.
BULGULAR: Orak hücre taşıyıcılarında aort kan basıncı, aort artırma indeksi, brakiyal artırma indeksi değerleri kontrol grubuna (HbAA) göre anlamlı yüksek saptandı (p=0,033, 0.011, 0,011). Tüm çalışma popülasyonunda aort nabız dalga hızı, ortalama arter basıncı, yaş, aort artırma indeksi, brakiyal arttırma indeksi, kilo ve düşük yoğunluklu lipoprotein arasında istatistiksel pozitif anlamlı korelasyon saptandı (p=0,000, 0,017, 0,000, 0,000, 0,034, 0,05). Aort artırma indeksi ve yaş arasında anlamlı korelasyon bulundu (p=0,026). Orak hücre taşıyıcılarında aort nabız dalga hızı ve sistolik kan basıncı ile aort arttırma indeksi ve ortalama arter basıncı arasında anlamlı pozitif korelasyonlar saptandı (p=0,027, 0,009). Çalışmamızda ortalama arter basıncı ve kalp hızının aort artırma indeksi için, ortalama arter basıncı ve yaşın ise aort nabız dalga hızı için en önemli bağımsız belirleyiciler olduğu görüldü.
SONUÇ: Arteryel sertlik ölçümü HbAS taşıyıcılarında erken kardiyovasküler hastalık tanısı için kolay, ucuz ve uygun bir yöntemdir. Bu sonuçlar kırmızı kan hücrelerindeki hemoglobin S miktarına bağlı olabilir. Heterozigot orak hücre taşıyıcılarında, vasküler yaşlanma mekanizmasını açıklayabilmek için kan basıncı değişimlerinin arter sertliği üzerine olan etkilerini inceleyen daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: Pulse wave velocity (PWV) and aortic augmentation index (AI) are indicators of arterial stiffness. Pulse wave reflection and arterial stiffness are related to cardiovascular events and sickle cell disease. However, the effect of these parameters on the heterozygous sickle cell trait (HbAS) is unknown. The aim of this study is to evaluate the arterial stiffness and wave reflection in young adult heterozygous sickle cell carriers.
METHODS: We enrolled 40 volunteers (20 HbAS cases, 20 hemoglobin AA [HbAA] cases) aged between 18 and 40 years. AI and PWV values were measured by arteriography.
RESULTS: Aortic blood pressure, aortic AI, and brachial AI values were significantly higher in HbAS cases compared to the control group (HbAA) (p=0.033, 0.011, and 0.011, respectively). A statistically significant positive correlation was found between aortic pulse wave velocity and mean arterial pressure, age, aortic AI, brachial AI, weight, and low-density lipoprotein levels (p=0.000, 0.017, 0.000, 0.000, 0.034, and 0.05, respectively) in the whole study population. Aortic AI and age were also significantly correlated (p=0.026). In addition, a positive correlation between aortic PWV and systolic blood pressure and a positive correlation between aortic AI and mean arterial pressure (p=0.027 and 0.009, respectively) were found in HbAS individuals. Our study reveals that mean arterial pressure and heart rate are independent determinants for the aortic AI. Mean arterial pressure and age are independent determinants for aortic PWV.
CONCLUSION: Arterial stiffness measurement is an easy, cheap, and reliable method in the early diagnosis of cardiovascular disease in heterozygous sickle cell carriers. These results may depend on the amount of hemoglobin S in red blood cells. Further studies are required to investigate the blood pressure changes and its effects on arterial stiffness in order to explain the vascular aging mechanism in the HbAS trait population.

7.Evaluation of the Safety of Imatinib Mesylate in 200 Iraqi Patients with Chronic Myeloid Leukemia in the Chronic Phase: Single-Center Study
Bassam Francis Matti, Alaadin Sahham Naji, Alaa Fadhil Alwan
doi: 10.4274/Tjh.2012.0135  Pages 387 - 393
AMAÇ: Bir tirozin kinaz inhibitörü olan imatinib mesilat, günümüz kronik miyeloid lösemi (KML) itedavisinde ilk seçenek ilaçtır. Tedavi sırasında az sayıda hastada hematolojik ve non-hematolojik yan etkiler gelişebilir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmanın amacı KML hastalarında imatinib tedavisinin güvenirliğini değerlendirmektir. Aralık 2007-Ekim 2009 arasında kronik faz KML tanılı 200 hasta çalışmaya alındı. Çalışmanın başlamasından önce tüm hastalardan yazılı onam alındı. İmatinib oral yoldan günde 400 mg başlandı. Hastalar yan etkiler yönünden dikkatle izlendi. Tam kan sayımı, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri ilk ay içinde iki haftada bir, sonrasındaki takipte ise ayda bir yapıldı. İzlenen toksisiteler ulusal kanser enstitüsü toksisite kriterleri 2. versiyona göre derecelendirdi. Hematolojik ve non-hematolojik toksisiteler tedavinin kısa süre kesilmesi ve destek önlemleri ile yönetildi, ancak imatinibin günlük dozu 300 mg’ın altına inilmedi.
BULGULAR: Çalışmaya 200 hasta dahil edildi. Erkek/kadın oranı 0,7: 1, ortanca yaş 39,06 (15-81) idi. Çalışmada en sık rastlanan hematolojik yan etkiler grade 2 anemi (%12,5), lökopeni (%8) ve trombositopeni (%4) iken, en sık görülen non-hematolojik toksisiteleri yüzeyel ödem ve kilo alma (%51.5) takiben kas-iskelet ağrısı (%35,5) ve sonrasında gastrointestinal semptomlar (kusma, ishal-%19) olarak bulundu. En sık görülen yan etki düşük doz diüretiklere yanıt veren sıvı retansiyonuydu. İlaç güvenilir bulundu ve iyi tolere edildi. Toksisiteye bağlı ölüm izlenmedi.
SONUÇ: İmatinib mesilat iyi tolere edilen bir ilaçtır ve tüm yan etkiler kolay yönetilebilir. En sık gözlenen hematolojik yan etki anemi, non-hematolojik yan etki ise sıvı retansiyonuydur.
OBJECTIVE: Imatinib mesylate, a tyrosine kinase inhibitor, is presently the drug of choice for chronic myeloid leukemia (CML). During therapy, a few patients may develop hematological and non-hematological adverse effects.
METHODS: The aim of this study was to evaluate the safety of imatinib therapy in patients with CML. Between December 2007 and October 2009 two hundred patients with CML in chronic phase were included in the study. Written informed consent was obtained from all patients prior to the start of the study. Imatinib was started at 400 mg orally daily. Patients were monitored carefully for any adverse effects. Complete blood count, liver, and renal function tests were done once in 2 weeks during the first month and on a monthly basis during follow-up. Toxicities that encountered were graded as per the National Cancer Institute common toxicity criteria version 2. Both hematologic and non-hematologic toxicities were managed with short interruptions of treatment and supportive measures, but the daily dose of imatinib was not reduced below 300 mg/day.
RESULTS: Two hundred CML patients in chronic phase were included in this study; the male: female ratio was 0.7: 1 with mean age 39.06±13.21 years (ranged from 15-81 years). The study showed that the commonest hematological side effects were grade 2 anemia (12.5%) followed by leukopenia (8%) and thrombocytopenia (4%), while the most common non-hematological adverse effects were superficial edema and weight gain (51.5%), followed by musculoskeletal pain (35.5%), then gastro-intestinal symptoms (vomiting, diarrhea) (19%). Fluid retention was the commonest side effect, which responded to low-dose diuretics. The drug was safe and well tolerated. There were no deaths due to toxicity.
CONCLUSION: Imatinib mesylate a well-tolerated drug, and all undesirable effects could be ameliorated easily. The most common hematological and non-hematological side effects were anemia and fluid retention, respectively.

8.Hematological Parameters in Severe Complicated Plasmodium falciparum Malaria among Adults in Aden
Sawsan Bakhubaira
doi: 10.4274/Tjh.2012.0086  Pages 394 - 399
AMAÇ: Komplike ağır sıtmalı hastalarda bazı hematolojik parametrelerin klinik sonuç ile ilişkisinin incelenmesi.
YÖNTEMLER: Aden vilayetinde iki yıllık sürede (2010-2012) tanı alan 77 komplike ağır sıtma hastasını içine alan prospektif bir çalışma yapıldı.
BULGULAR: Ağır sıtmanın çeşitli komplikasyonlarında hemoglobin konsantrasyonları önemli ölçüde farklı idi, bununla birlikte trombosit ve lökosit sayıları bu farklılığı göstermedi. Yaş ortalaması ölen hastalar arasında büyüktü.
Hematolojik parametreler, ölen ya da hayatta kalan hastalar arasında önemli derecede farklı değildi. Trombositopeni oranı %42,9 idi ve bunların %18,2’sinde sayı 50,0 x109/L’den küçüktü. Ancak hiçbirinde kanama gelişmedi.
SONUÇ: Bu çalışma ile, hematolojik değişikliklerin ağır sıtmada sık karşılaşılan komplikasyonlar olduğu fakat klinik sonuç ile ilişkili olmadığı sonucuna varılmıştır.
OBJECTIVE: To study some hematological parameters in adult patients with complicated severe malaria and their relations to clinical outcome.
METHODS: This was a prospective study, including 77 patients from Aden Governorate with complicated severe malaria over the course of 2 years (2010-2011).
RESULTS: The common form of severe malaria in Aden was cerebral malaria (25.9%), followed by renal failure (18.2%), severe anemia (16.9%), and hepatitis (14.3%), with a case fatality rate of 7.8%. Hemoglobin concentration was significantly different among the various complications of severe malaria, while platelet and white blood cell counts did not show such differences. The mean age was older among patients that died. Hematological parameters did not significantly differ among dead or surviving patients. Thrombocytopenia was seen in 42.9% of patients and 18.2% of these had platelet counts of <50.0x109/L. However, none of them developed bleeding.
CONCLUSION: This study concluded that hematological changes are common complications encountered in severe malaria, but they are not related to the clinical outcome.

CASE REPORT
9.Co-expression of t(15;17) and t(8;21) in a Case of Acute Promyelocytic Leukemia: Review of the Literature
Burak Uz, Eylem Eliaçık, Ayse Işık, Salih Aksu, Yahya Büyükaşık, İbrahim C. Haznedaroğlu, Hakan Göker, Nilgün Sayınalp, Osman İ. Özcebe
doi: 10.4274/Tjh.2012.0180  Pages 400 - 404
Akut miyeloid lösemide ek kromozomal anomaliler en önemli prognostik faktörlerden biri olarak belirlenmiştir. Translokasyon t(8;21), inv(16), ve t(15;17) gibi olumlu kromozomal değişiklikler daha yüksek tam remisyon ve olaysız sağkalım ile ilişkilidir. Translokasyon (15;17) neredeyse tüm hastalarda akut promiyelositik lösemiyi (APL) tanımlamaktadır (Fransız-Amerikanİngiliz [FAB] sınıf M3). Yeni tanı alan APL hastalarının yaklaşık %23-29’unda ikincil kromozomal anomaliler de bulunmaktadır. Bu olgu vesilesiyle APL’de t(8;21) ve diğer ikincil sitogenetik aberasyonların prognostik etkileri gözden geçirilmiştir. APL tanısı konan 47 yaşındaki kadın hastanın tanı anındaki sitogenetik analizinde t(8;21) ve t(15;17) birlikteliği saptandı. Başlangıç indüksiyon kemoterapisi 3 gün idarubisin (12 mg/m2/gün), ve günlük all-trans retinoik asit (ATRA) (45 mg/m2/gün) içermekteydi. Tedavinin 6. haftasında yapılan kontrol kemik iliği biyopsisi normoselülerdi. t(15;17) bcr3 ve t(8;21) negatifti, ve gerçek zamanlı kantitatif polimeraz zincir reaksiyonu (RQ-PCR) ile tespit edilen t(15;17) bcr1 füzyon transkriptleri 5007 (1,78525699 %) kopya/1 μg RNA’dan 40 (0,00062020 %)’a düşmüştü. Bunun üzerine 4 gün idarubisin (5 mg/m2/gün), 15 gün ATRA (45 mg/m2/gün), ve 4 gün sitarabin (1 g/m2/gün) içeren konsolidasyon tedavisi başlandı. Konsolidasyon tedavisi sonrasında hastada pansitopeni ve nötropenik ateş tablosu gelişti. APL tanısından 3 ay sonra, solunum desteği ve hemodiyaliz gerektiren çoklu organ fonksiyon bozukluğu ve ARDS-benzeri solunum problemleri nedeniyle hasta kaybedildi.
Additional chromosomal abnormalities in acute myelogenous leukemia have been identified as one of the most important prognostic factors. Favorable chromosomal changes such as t(8;21), inv(16), and t(15;17) are associated with higher rates of complete remission and event-free survival. Translocation (15;17) characterizes acute promyelocytic leukemia (APL) (French- American-British class M3) in almost all patients. Secondary chromosomal abnormalities are also present in approximately 23%-29% of patients with newly diagnosed APL. The prognostic implications of t(8;21) and other secondary cytogenetic aberrations in APL are reviewed here. We present a 47-year-old woman diagnosed with APL whose initial cytogenetic analysis included both t(8;21) and t(15;17). The initial induction chemotherapy included 3 days of idarubicin (12 mg/m2/day) and daily all-trans retinoic acid (ATRA; 45 mg/m2/day). At the sixth week of treatment, a control bone marrow biopsy was found to be normocellular, t(15;17) bcr3 and t(8;21) were negative, and t(15;17) bcr1 fusion transcripts were reduced from 5007 (1.78525699%) copies per 1 μg RNA to 40 (0.00062020%) with real-time quantitative polymerase chain reaction. Consolidation with 4 days of idarubicin (5 mg/m2/day), ATRA (45 mg/m2/day for 15 days), and cytarabine (1 g/m2/day for 4 days) was then started. However, the patient became pancytopenic and had neutropenic fever after consolidation treatment. Unfortunately, she died 3 months after the time of APL diagnosis, due to acute respiratory distress syndrome-like respiratory problems and multiorgan dysfunction requiring respiratory support and hemodialysis.

10.Primary Adrenal Lymphoma with Secondary Central Nervous System Involvement:
Kübra Aydın, Kerem Okutur, Mustafa Bozkurt, Özlem Aydın, Esat Namal, Akın Öztürk, Kezban Nur Pilancı, Reyhan Diz Küçükkaya, Osman Gökhan Demir
doi: 10.4274/Tjh.2012.0172  Pages 405 - 408
Tüm sistemik lenfomaların yaklaşık %10-20’sinde merkezi sinir sistemi (MSS) tutulumu mevcuttur ve bunun kötü prognozla ilişkili olduğu görülmüştür. Yaygın lenfoma hastalık seyrinde hastaların %25’inde ikincil adrenal bez tutulumu olduğu iyi bilinmektedir. Fakat primer adrenal lenfoma (PAL) farklı bir kavramdır ve ne lösemi ne de lenf bezi tutulumu olmadan adrenal lenfoma görülmesi olarak tanımlanmıştır. Bu duruma nadiren MSS gibi lenf bezi dışı tutulumların eşlik ettiği görülmüştür. Sonuç olarak PAL MSS’de nüks etme eğilimi göstermektedir ve bu belirti vermeden önce araştılmalıdır. Burada ikincil MSS tutulumu olan bir PAL olgusu sunmaktayız.
Approximately 10%-20% of all systemic lymphomas have central nervous system (CNS) involvement, which has been correlated to a worsened prognosis. It is well known that secondary involvement of the adrenal glands may occur in up to 25% of patients during the course of diffuse lymphoma. Primary adrenal lymphoma (PAL), however, is a different entity, and it is defined as the presence of adrenal lymphoma without evidence of either nodal involvement or leukemia. It has been shown that this occurrence is rarely accompanied by extranodal involvement, such as in the CNS. PAL exhibits a tendency for CNS relapse and this possibility should be examined even before symptoms are present. Herein we present a patient with PAL and secondary CNS involvement.

11.Primary Bone Lymphoplasmacytic Lymphoma Presenting with Spinal Cord Compression: A Case Report
Yang Lei, Liu Zi, Su Long, Li Pei, Li Wei
doi: 10.4274/Tjh.2012.0072  Pages 409 - 412
Primer kemik lenfoması nadir bir hastalık olup, en sık patolojik tipi difüz büyük B hücreli lenfomadır. Folliküler, marjinal lenfoma ya da lenfoplazmasitik lenfoma alt tipleri nadirdir. Vertebra tutulan bölgelerden biridir ve spinal kord basısı vertebral tutulumu olan hastaların %14’ünde bildirilmiştir. Bununla birlikte, spinal kord basısı ile başvuran bir primer vertebra lenfoplazmasitik lenfoma daha önce rapor edilmemiştir. Bu yazıda spinal kord kompresyonuna neden olmuş primer vertebra lenfoplazmasitik lenfoması olan ve serum, idrar λ hafif zincir miktarı artmış ancak immünglobulin ağır zinciri normal bulunan bir olgu sunulmuştur.
Primary bone lymphoma is a rare disease, and the main pathological type is diffuse large B-cell lymphoma. The occurrence of follicular, marginal zone and lymphoplasmacytic lymphomas is rare. Vertebras are also sites that can be affected, and spinal cord compression is reported in 14% of patients with vertebral involvement. However, there is no report on primary vertebral lymphoplasmacytic lymphoma with spinal cord compression. The present report presents one case of primary vertebral lymphoplasmacytic lymphoma with spinal cord compression and increased serum and urine λ light chain, without an elevated heavy chain of immunoglobulin.

12.Sweet Syndrome in a Patient with Chronic Lymphocytic Leukemia/Small Lymphocytic Lymphoma: Curious Lymphocyte/Neutrophil Fluctuations
Çiğdem Usul Afşar, Semra Paydaş, Meral Günaldı, Berna Bozkurt Duman, Vehbi Erçolak, Suzan Zorludemir, Arbil Açıkalın
doi: 10.4274/Tjh.2012.0055  Pages 413 - 415
Akut febril nötrofilik dermatoz da denilen Sweet sendromu; enfeksiyon, malignite, konnektif doku hastalıkları veya bazı ilaçlara maruz kalma sonucu ortaya çıkan; kırmızı, hassas inflamatuvar nodüller veya papüllerle karakterizedir. Burada oldukça nadir bir birliktelik olan küçük lenfositik lenfoma/kronik lenfositik lösemili (SLL/CLL) bir vakada gelişen Sweet sendromunu sunduk.
Sweet syndrome, also referred to as acute febrile neutrophilic dermatosis, is characterized by tender, red inflammatory nodules or papules that occur in association with infection, malignancy, connective tissue disease, or following exposure to certain drugs. Here, we present Sweet syndrome in a case with small lymphocytic lymphoma/chronic lymphocytic leukemia (SLL/CLL) which is a relatively rare co-occurrence.

LETTER TO EDITOR
13.Lymphoma Associated with Sjögren’s Syndrome
Tuğba Aktan Köşker, Şükran Erten, Esra Erden
doi: 10.4274/Tjh-2013.0156  Pages 416 - 417
Abstract | Full Text PDF

14.Hepatitis B Vaccine-Associated Atypical Hemolytic Uremic Syndrome
Zekai Avcı, Cengiz Bayram, Barış Malbora
doi: 10.4274/Tjh-2013.0226  Pages 418 - 419
Abstract | Full Text PDF

15.Peripheral Neuropathy in Sézary Syndrome: Coincidence or a Part of the Syndrome?
Yeşim S. Karadağ, Aydın Gülünay, Neşe Öztekin, Fikri Ak, Saadettin Kılıçkap
doi: 10.4274/Tjh.2012.0163  Pages 420 - 421
Abstract | Full Text PDF

16.Rituximab and Fludarabine or Cyclophosphamide Combination Treatment for Older Waldenström Macroglobulinemia Patients
Xiaowei Xu, Chun Wang, Yamin Wang, Lili Zhou, Haitao Bai
doi: 10.4274/TJH.2013.0030  Pages 422 - 423
Abstract | Full Text PDF

17.Carbamazepine and Hematological Malignancies
İrfan Yavaşoğlu, Gökhan Sargın, Aslı Demirbulat
doi: 10.4274/Tjh.2013.0154  Pages 424 - 425
Abstract | Full Text PDF

18.H1N1 Infection-Related Hemophagocytic Lymphohistiocytosis in a Child
Fatih Demircioğlu, Elif Kazancı, Dildar Bahar Genç, Hakan Erdoğan, Sevil Bilir Göksügür, Mervan Bekdaş
doi: 10.4274/Tjh.2013.0022  Pages 426 - 428
Abstract | Full Text PDF

19.Antiphospholipid Antibodies and Systemic Scleroderma
Muhammed Mubarak, Hamid Nasri
doi: 10.4274/Tjh.2013.0127  Pages 429 - 430
Abstract | Full Text PDF

20.The Relationship between Survival and Multidrug Resistance Protein 1
Kadir Öztürk, Yusuf Emrah Eyi, Yakup Aksoy
doi: 10.4274/TJH-2013.0150  Pages 431 - 432
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
21.Primary Mesenteric Follicular Lymphoma Associated with Mesenteric Migration of Intrauterine Device
Xue Feng Sun, Jun Feng, Wei Liu
doi: 10.4274/Tjh.2012.0207  Pages 433 - 434
Abstract | Full Text PDF

22.Interstitial Pneumonitis in a Patient with Chronic Myeloid Leukemia
Ahmet Emre Eşkazan, Ayşe Salihoğlu, Serdar Erturan, Teoman Soysal
doi: 10.4274/Tjh.2012.0115  Pages 435 - 436
Abstract | Full Text PDF

NONE
23.Subject Index

Pages 437 - 440
Abstract | Full Text PDF

24.Author Index

Pages 441 - 443
Abstract | Full Text PDF