E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 26 (4)
Volume: 26  Issue: 4 - 2009
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Hematological aspects of Crimean-Congo hemorrhagic fever
Feride Duru, Tunç Fışgın
Pages 161 - 166
Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) insanlara Hiyalom keneleri aracılığıyla ya da enfekte veya evcil hayvanların kanlarına doğrudan temas aracılığıyla insanlara geçen akut bir kene yoluyla bulaşan viral hastalıktır. Afrika, Asya, Güney Doğu Avrupa ve Orta Doğu da dahil dünyanın belirli bölgelerinde KKKA’ya ait sporadik vakalar yada salgınlar rapor edilmiştir. 2003’ten 2009 yılına kadar geçen altı yıllık süre boyunca özellikle bahar ve yaz aylarında yaklaşık %5’lik bir vaka-ölüm oranıyla endemik olarak Türkiye'de de görülmüştür. Hastalık akut ateş, bulantı, kusma, baş ağrısı, miyalji, karaciğer enzimlerinin yükselmesi ve mukokütanöz kanamadan yaşamı tehdit eden yaygın damariçi intravasküler koagülasyon (DIC) ve hemofagositozla birlikte masif kanamalara kadar bir yelpazede hemorajik manifestasyonlar ile karakterizedir. Diğer viral hemorajik hastalıklarda olduğu gibi, lenfositlerin, monositlerin, makrofajların aktivasyonu ve sitokinlerin aşırı sekresyonu KKKA’nın patojenez ve prognozunda kilit bir rol oynar. Son zamanlarda literatürde KKKA ile ilgili olarak daha çok enfeksiyon uzmanları tarafından yazılan yayınlarda artma olduğu görülmektedir. Bu makalede hematologun bakış açısıyla özellikle KKKA’daki hematolojik belirtiler, patojenez ve tedavi yaklaşımları üzerine vurgu yapılarak KKKA hakkında yayınlar gözden geçirilmiştir. (Turk J Hematol 2009; 26: 161-6)
Crimean-Congo hemorrhagic fever (CCHF) is an acute tick-borne viral disease transmitted to humans by Hyalomma ticks or by direct contact with the blood of infected humans or domestic animals. In certain areas of the world, including Africa, Asia, South East Europe and Middle East, sporadic cases or outbreaks of CCHF have been reported. During the last six-year period from 2003 to 2009, CCHF has also occurred endemically in Turkey, particularly during spring and summer, with a case-fatality rate of approximately 5%. The disease is characterized by acute fever, nausea, vomiting, headache, myalgia, elevated liver enzymes and hemorrhagic manifestations ranging from mucocutaneous bleeding to life-threatening massive hemorrhage with disseminated intravascular coagulation (DIC) and hemophagocytosis. As with other viral hemorrhagic diseases, activation of lymphocytes, monocytes, macrophages and oversecretion of cytokines play a pivotal role in the pathogenesis and prognosis of CCHF. Recently an increasing number of publications on CCHF have been emerging in the literature, majority of which have been written by infection specialists. In this article, recent literature on CCHF has been reviewed, with particular emphasis on hematological manifestations, pathogenesis and therapeutic approaches in CCHF from the hematologist’s point of view. (Turk J Hematol 2009; 26: 161-6)

RESEARCH ARTICLE
2.Cap +1 mutation; an unsuspected cause of beta thalassaemia transmission in Pakistan
Muhammad Usman Abdul Karim, Moinuddin Moinuddin, Sadia Usman Babar
Pages 167 - 170
AMAÇ: Talasemi dünya genelinde en yaygın genetik bozukluklardan biridir. ‘Sessiz beta talasemi’ye neden olan Cap +1 mutasyonu Pakistan’daki tüm etnik gruplarda görülmektedir. Bu çalışma Pakistan nüfusu içinde Cap +1 mutasyonun sıklığını belirlemek için tasarlanmıştır.
YÖNTEMLER: Cap +1 beta talasemik mutasyon tayini Genomik DNA Purifikasyon Kiti (Gentra system ABD) kullanılarak kandan ekstre edildi. Normal ve mutant DNA tespiti için Amplifikasyon Refrakter Mutasyon Sistemi (ARMS) primerleri tasarlandı.Temel hematolojik parametreler otomatik analizör (Sysmex KX-21) kullanılarak çalışıldı. Selüloz asetat hemoglobin elektroforezi yarı-otomatik teknik (INTERLAB Roma Microtech Series Electrophoresis system 4.23) kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Cap+1 mutasyon sıklığı, hedef talasemik ailelerde (beta-talasemi intermedia hastaları) %5 (10/200) olarak gözlemlenirken bu sıklık Pakistan popülasyonu içindeki total talasemik genlerde %2 (12/600) olarak bulundu.
SONUÇ: Cap+1 (A-C) sessiz bir mutasyondur ve beta globin sentezi üzerinde minimum bir etkiye sahiptir. Bu yüzden klinik önemi azdır. Hematolojik parametreler ve Hb A2 seviyeleri gibi önemli laboratuvar tanı testleri de normal düzeyde kalmaktadır. Bu nedenle Cap+1 mutasyonu taşıyan bireyler eğer beta-talasemi minör bulunan bir bireyle evlenirlerse betatalasemi intermediyalı çocuğa sahip olabilir. Pakistan popülasyonunda Cap+1 (A-C) mutasyon taşıyıcılığı, beta talasemi taşınmasının nadir ve şüphe duyulmayan bir nedenidir. Bu mutasyon moleküler düzeyde belirlenebilir. Bu moleküler bozukluk
Polimeraz Zincir Reaksiyon (PCR) yardımı olmadan laboratuvarda zor teşhis edilebileceği için Pakistan’daki talasemi önleme programı için ciddi bir engel haline gelmiştir. (Turk J Hematol 2009; 26: 167-70)
OBJECTIVE: Thalassemia is one of the most common genetic disorders worldwide. Cap +1 mutation which causes ‘silent beta thalassemia’ is present around all ethnic groups of Pakistan. This study was designed to detect the frequency of Cap+1 mutation in Pakistani Population.
METHODS: Molecular genetic for Cap+1 beta thalassemic mutation was done by extracting DNA from whole blood by using Genomic DNA Purification Kit (Gentra system USA). Amplification Refractory Mutation System (ARMS) primers were designed for detection of normal and mutant DNA.
Basic hematological parameters were performed by using automated analyzer (Sysmex KX-21). Cellulose acetate hemoglobin electrophoresis was done by using semi-automated technique (INTERLAB Roma Microtech Series Electrophoresis system 4.23).
RESULTS: The frequency of Cap+1 mutation was observed 5% (10/200) in targeted thalassemic families (having patients with beta-thalassemia intermedia) while its frequency was observed 2% (12/600) in total thalassemic genes in Pakistani population.
CONCLUSION: Cap+1 (A-C) is a silent mutation and it has very minimum effect on beta globin synthesis because of which it produces very less clinical severity and certain important laboratory diagnostic tests like basic hematological parameters and Hb A2 levels are also remain in normal range. Therefore individuals with Cap+1 mutation may produce children with beta-thalassemia intermedia if they marry an individual with beta-thalassemia minor. Cap+1 (A-C) mutation is an unsuspected cause of beta thalassemia transmission in Pakistani population. This mutation can identify at molecular level. As this molecular defect is difficult to diagnose in Laboratory with routine laboratory tests because of that it has become a serious hindrance for thalassemia prevention program in Pakistan. (Turk J Hematol 2009; 26: 167-70)

3.Incidence of anti-heparin/platelet factor 4 antibodies and heparin-induced thrombocytopenia in medical patients
Muzaffer Demir, Emre Tekgündüz, Mustafa Edis, Enver Duran, Turan Kürüm, Ömer Yiğitbaşı, Mahmut Yüksel
Pages 171 - 175
AMAÇ: Heparine bağlı trombositopeni (HİT) heparin tedavisinin tromboza neden olan, hayatı tehdit eden bir komplikasyonudur. Çalışmamızın amacı farklı heparin formları kullanan dahili Türk hastalarda HİT antikor serokonversiyonu ve klinik HİT sıklığının saptanmasıydı.
YÖNTEMLER: Çalışmamıza anfraksiyone heparin (AFH) (n: 37) ve düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) (n: 24) tedavisi alan 61 hasta katıldı. HIT antikor oluşumu antijenik (ELISA) ve fonksiyonel (serotonin salınım testi-SRA) testler ile değerlendirildi.
BULGULAR: AFH ve DMAH gruplarında serokonversiyon oranları sırasıyla %18,9-%4,1 (ELISA) ve %8,1-%4,1 (SRA) saptandı. AFH kullanan bir hastada (%2,1) derin ven trombozu gelişti. DMh kullanan hastalarda tromboembolik olay izlenmedi.
SONUÇ: AFH kullanan hastalarda dmah kullananlara göre antijenik ve fonksiyonel yöntemlerle serokonversiyon ve klinik HIT oranları daha yüksek saptandı. (Turk J Hematol 2009; 26: 171-5)
OBJECTIVE: Heparin-induced thrombocytopenia (HIT) is a life threatening complication of heparin therapy, causing thrombosis. The aim of our study was to find out the frequencies of HIT antibody seroconversion and clinical HIT in Turkish medical patients on different forms of heparins.
METHODS: Our study included 61 patients who were on unfractionated heparin (UFH) (n: 37) and low molecular weight heparin (LMWH) (n: 24) therapies. The frequency of HIT antibody formation was determined by means of antigenic (ELISA), and functional assays (serotonin release assay-SRA).
RESULTS: The seroconversion rates in UFH and LMWH groups were found to be 18.9% and 4.1% (ELISA), and 8.1% and 4.1% (SRA), respectively. One patient (2.1%) on UFH therapy developed deep vein thrombosis. No thromboembolic event was observed in patients taking LMWH.
CONCLUSION: Seroconversion rates by means of antigenic and functional assays and clinical HIT were more common in patients on UFH than patients on LMWH therapy. (Turk J Hematol 2009; 26: 171-5)

4.Hyperbaric Oxygen: an important treatment modality in severe hemorrhagic cystitis after allogeneic hematopoietic stem cell transplantation
Mustafa Nuri Yenerel, Sevgi Kalayoglu-beşışık, Oktay Perdeci, Nuray Gürses, Murat Tunç, Deniz Sargın
Pages 176 - 180
AMAÇ: Hemorajik sistit, hematopoetik kök hücre naklinin genellikle kendiliğinden düzelen bir yan etkisidir. Nakil sonrası erken ve geç dönemlerde gelişebilen bu komplikasyon bazen oldukça ağır geçebilmektedir. Biz allojeneik hematopoetik kök hücre nakli sonrası hemorajik sistit gelişen olgularımızı, özellikle hiperbarik oksijen tedavisinin bu olgulardaki etkinliğini ve kullanımda dikkat edilmesi gereken özellikler açısından değerlendirdik.
YÖNTEMLER: Mart 1993 ve Ağustos 2006 yılları arasında 161 hastaya allojeneik hematopoetik kök hücre nakli uygulandı. Siklofosfamide bağlı hemorajik sistit gelişimi engelleyebilmek amacıyla profilaktik olarak Mesna, hiperhidrasyon ve zorlu diürez uygulandı. Buna rağmen 161 olgunun 17’si ağır olmak üzere 49’unda hemorajik sistit gelişti. Tedavi yaklaşımı ve bulgular geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Zorlu diürez ve günde 8 litreye varan hiperhidrasyon tedavisi ile trombosit sayısını 30.000/mm3 üzerinde tutacak şekilde trombosit transfüzyonları ağır hemorajik sistit olan olguların 10’unda yeterli oldu. Alternatif tedavi yaklaşımları olarak mesane içinin formalin ve prostaglandin F2 alpha ile yıkanması ile hiperbarik oksijen tedavisi kullanıldı. Bu tedavilerden en yararlısının hiperbarik oksijen olduğu gözlendi.
SONUÇ: Bu nedenle özellikle hematopoetik kök hücre nakilleri sonrası gelişen inatçı hemorajik sistit olgularının tedavisinde hiperbarik oksijen uygulamasının önemli bir tedavi yaklaşımı olduğunu düşünüyoruz. (Turk J Hematol 2009; 2009; 26: 176-80)
OBJECTIVE: Hemorrhagic cystitis (HC) is a generally self-limited complication of hematopoietic stem cell transplantation (HSCT). It may occur in the early or late posttransplant period and can promote sometimes severe morbidity. We analyzed our data regarding HC in allogeneic HSCT patients in order to establish the efficacy of hyperbaric oxygen (HBO) therapy in severe HC and to document the main problems during its use.
METHODS: Between March 1993 and August 2006, 161 patients received allogeneic HSCT. Mesna, hyperhydration and forced diuresis were used as early HC prophylaxis of cyclophosphamide-induced HC. However, HC was diagnosed in 49 of the 161 recipients and 17 of them were considered as severe HC. We analyzed their data retrospectively.
RESULTS: Forced diuresis with hyperhydration (up to 8 L/day) and transfusion support to maintain a platelet count above 30x109/L were sufficient in 10 of the 17 patients with severe HC. Alternative therapies used included intravesical irrigation with formalin and prostaglandin (PG)F2 alpha and HBO, and HBO appeared to be the most useful among them.
CONCLUSION: We conclude that HBO offers a noninvasive therapeutic alternative in the management of intractable HC in the HSCT setting. (Turk J Hematol 2009; 26: 176-80)

5.The effects of low electromagnetic field and lead acetate combination on some hemato-biochemical and immunotoxicological parameters in mice
Mohamed Abd El-azim Hashem, Nabela Imam El-sharkawy
Pages 181 - 189
AMAÇ: Mevcut çalışma farelerdeki bazı hemato-biyokimyasal, immun ve patolojik değişkenler üzerinde aşırı düşük frekansta elektromanyetik alanların (ELF-EMF) ve kurşun asetatın potansiyel etkilerini araştırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem ve Gereçler: Toplam 90 dişi fare eşit sayıda altı gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol olarak tutuldu, 2. Grup 30 gün boyunca 2 militesla (mT) yoğunlukta ve 50 Hz frekansta (4 saat/gün) EMF'ye maruz bırakıldı, 3. ve 4. Gruplara 30 gün boyunca belirtilen sırayla oral olarak 1 ve 5 mg/kg BW dozlarda kurşun asetat verildi. Son 2 grup (5, 6) aynı süre boyunca EMF-kurşun kombinasyonuna maruz bırakıldı.
YÖNTEMLER: Toplam 90 dişi fare eşit sayıda altı gruba ayrıldı. 1. Grup kontrol olarak tutuldu, 2. Grup 30 gün boyunca 2 militesla (mT) yoğunlukta ve 50 Hz frekansta (4 saat/gün) EMF'ye maruz bırakıldı, 3. ve 4. Gruplara 30 gün boyunca belirtilen sırayla oral olarak 1 ve 5 mg/kg BW dozlarda kurşun asetat verildi. Son 2 grup (5, 6) aynı süre boyunca EMF-kurşun kombinasyonuna maruz bırakıldı.
BULGULAR: EMF maruz kalım kontrol ile kıyaslandığında eritrosit’lerde (p<0.001), lökosit’lerde (p<0.01) ve trombositlerde (p<0.001) sayımlarında önemli bir düşüş görüldü. Ancak Pb asetatın oral tatbiki ile anemi ve lökopeni kaydedildi. Fagositoz yüzdesi ve fagositik indeksi 30 gün boyunca EMF’ye maruz bırakılan farelerde önemli ölçüde (p<0.05) yükseldi fakat yüksek dozlarda kurşun verilenlerde düştü (p<0.01). Maruz bırakılmayan farelerle kıyaslandığında biyokimyasal parametrelerde (glukoz, enzimler ve protein profilleri) önemli değişiklik fark edildi. Kombine kurşun ve EMF tedavileri daha önceki bazı parametreler üzerinde antagonize edici etkiye sahipti, oysa EMF ile birlikte en yüksek dozda kurşun verilen fareler hemato-biyokimyasal ve patolojik bulguları şiddetlendirdi.
SONUÇ: ELF-EMF ve Pb asetatın birlikte maruziyeti hemato-biyokimyasal ve immun parametrelerde gerçek ama tutarsız ağır değişiklikler üretti. (Turk J Hematol 2009; 26: 181-9)
OBJECTIVE: The present study was carried out to investigate the potential effects of extremely low-frequency electromagnetic fields (ELF-EMF) and lead acetate on some hemato-biochemical, immune and pathologic variables in mice.
METHODS: A total of 90 female mice were equally divided into six groups. (Gp. 1) kept as control, (Gp. 2) exposed to EMF of 2 millitesla (mT) intensity and 50 Hz frequency (4h/day) for 30 days, (Gps. 3 and 4) were administered lead acetate orally at doses 1 and 5 mg/kg BW, respectively for 30 days. The last 2 groups (5, 6) were exposed to EMF- lead combination for the same period.
RESULTS: EMF exposure induced a significant increase in RBCs (p<0.001), WBCs (p<0.01) and platelets (p<0.001) counts, compared to control. However, anemia and leukopenia were recorded with oral administration of Pb acetate. The phagocytosis % and phagocytic index were significantly (p<0.05) increased in mice exposed to EMF for 30 days, but decreased (p<0.01) in the animals given the highest dose of lead. Comparing to unexposed mice, significant variation in biochemical parameters (glucose, enzymes, and protein profiles) were noticed. Combined lead and EMF treatments had antagonizing effect on some previous parameters, whereas mice given the highest dose of lead with EMF aggravated hemato-biochemical and pathological findings.
CONCLUSION: We concluded that combined exposure to ELF-EMF and Pb acetate produced significant changes in the hemato-biochemical and immune parameters which were both real and inconsistent. (Turk J Hematol 2009; 26: 181-9)

6.Invasive fungal diseases in children with hematologic disorders
Birol Baytan, Adalet Meral Güneş, Solmaz Çelebi, Ünsal Günay
Pages 190 - 196
AMAÇ: Fungal infeksiyonlar lösemili hastalarda infeksiyonlardan ölümlerde önemli bir sorundur. Bu sorun gelişmekte olan ülkelerde iyi dökümente edilmemiştir. Bu çalışmanın amacı, geriye dönük olarak çocuk hastalarda görülen hematolojik hastalıklardaki invazif fungal hastalık (İFH) insidansını, predispozan faktörleri, tanı metodları, tedavi etkiliği ve sonuçlarını incelemektir.
YÖNTEMLER: Merkezimizde Ocak 2003 ve Aralık 2008 tarihleri arasında tedavi edilen 160 lösemili (22 AML, 129 ALL) ve 9 aplastik anemili olgu çalışmaya alındı. EORTC-MSG 2008 kriterlerine göre olgulara olası veya kesin İFH tanısı kondu. Antibiyotik tedavisine rağmen 5 günden uzun süren ateş yüksekliği saptanan olgulara ampirik antifungal tedavi olarak L-AmB başlandı. İnvasive aspergillozis (IA) saptanan olgularda tedavi voriconazole (VCZ) değiştirildi. Kurtarma tedavisinde VCZ ve kaspofungin kombinasyonu kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmamızda İFH %14,3 (n: 23) bulundu. 19 lösemili(14 ALL, 5 AML) ve 4 aplastik anemili olguda IFH tanısı kondu. IA en sık rastlanan enfeksiyon oldu (n: 17), diğer 6 olguda kandidiazis saptandı. On olguya kesin ve 13 olguya kuvvetli olası enfeksiyon tanısı kondu. En sık tutulan enfeksiyon bölgesi akciğerdi. Çalışmamızda, en sık kullanılan tanı yöntemleri; klinik bulgular (%100) ve radyolojik metodlar (%84) olarak saptandı. Tedavide başarı oranları kandidiasis ve IA’da %60 ve %71 bulundu. İFH ile ilişkili ölüm oranı %30 saptandı.
SONUÇ: Sonuç olarak, İFH hala hematolojik hastalıklı olgularda ciddi mortalite morbitide sebebidir. Ancak yeni antifungal ilaçlar ve tanı yöntemleri ile yaşam oranları artmaktadır.
OBJECTIVE: Fungal infection is a significant problem, causing of infective deaths of leukemic patients. The situation in developing countries is not well documented. The purpose of this study was characterizing IFD by analyzing data retrospectively to determine the incidence, predisposing factors, diagnostic methods, efficacy of treatment, and the outcome in pediatric patients with hematological disorders.
METHODS: There were 160 children with leukemia (22 AML, 129 ALL) and 9 with aplastic anemia (AA). The diagnostic criteria for IFD were defined according to the EORTC/MSG, 2008. IFD was classified as proven or probable. Empiric antifungal treatment with L-AmB was commenced by day 5-7 of persistent fever. Patients with invasive aspergillosis (IA) who were refractory to primary treatment were commenced on voriconazole (VCZ). Salvage therapy as combination of VCZ and caspofungin was given to those with progressive infection.
RESULTS: The incidence of IFD was found 23 (14.3%). 19 with leukemia (14 ALL, 5 AML) and 4 with aplastic anemia were diagnosed as IFD. IA was the dominant cause of infection (n=17) and the rest (n: 6) had candidiasis. Ten children had “proven” infection and 13 children were defined as “probable”. The most frequent site of infection was lungs. In our series, the most frequently used diagnostic methods were clinical findings (100%) and radiologic methods (84%). The success rate of treatment for candidiasis and IA were found 60%, 71% respectively. IFD related death rate was found 30%.
CONCLUSION: IFD is still a major morbidity and mortality reason in children with hematologic disorders. However, the availability of new antifungal treatments and diagnostic tests will improve the survival rates in these children.

7.The levels of nitric oxide in megaloblastic anemia
Mehmet Ali Erkurt, İsmet Aydoğdu, Nihayet Bayraktar, İrfan Kuku, Emin Kaya
Pages 197 - 200
AMAÇ: Bu çalışmada siyanokobalamin ile tedavi edilen megaloblastik anemi ile nitrik asit degranülasyon ürünleri olan nitrat ve nitrit arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya 16’sı erkek, 14’ü kadın olan toplam 30 megaloblastik anemili hasta alındı. Hastalara retikü losit krizi görülene kadar 1.000 µg/gün dozunda siyanokobalamin intramüsküler olarak uygulandı. Kontrol grubu tamamen sağlıklı 15’i erkek, 15’i kadın toplam 30 kişiden oluşturuldu. Nitrik oksit düzeyleri tedavi öncesinde ölçüldü ve retikülosit sayısının en yüksek seviyesinde tekrar ölçülerek karşılaştırıldı.
BULGULAR: Tedavi öncesindeki ortalama plazma direk nitrit seviyesi μmol/dl olarak 24,86±3,87, total nitrit 60,56±7,01 ve nitrat 36,02±5,24 bulundu. Buna karşılık kontrol grubunda sırasıyla 15,48±3,05, 38,92±4,42 ve 22,77±6,04 bulundu. Tedavi sonrası plazma direk nitrit, total nitrit ve nitrat seviyesinin tedavi öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı tespit edildi (p<0.001).
SONUÇ: Nitrik oksit düzeyleri megaloblastik anemide artmaktadır. Bu çalışma megaloblastik anemide nitrik oksit düzeylerindeki anormalliklerin B12 replasman tedavisi ile düzeldiğini ortaya koymaktadır.
OBJECTIVE: The purpose of this study was to investigate the relationship between nitric oxide degradation products (nitrate and nitrite) levels and megaloblastic anemia which is treated with cyalocobalamin.
METHODS: A total of 30 patients with megaloblastic anemia (16 Male, 14 Female) were included in the study. Cyanocobalamin was administered (1.000 µg/day intramuscularly) until the reticulocyte crisis occurred to the normal range. The control group consisted of 30 healthy subjects (15 Male, 15 Female). Nitric oxide levels were measured before treatment and compared with the values obtained during peak reticulocyte count.
RESULTS: Plasma direct nitrite, total nitrite and nitrate levels were 24,86±3,87, 60.56±7,01 and 36,02±5,24 in before treatment versus 15,48±3,05, 38,92±6,44 and 22,77±6,04 μmol/dl in after treatment, respectively. Plasma direct nitrite, total nitrite and nitrate levels were significantly lower in after treatment compared with the before treatment (p<0.001).
CONCLUSION: Nitric oxide levels are seen to increase in megaloblastic anemia. This study suggested that abnormalities in the nitric oxide levels in megaloblastic anemia are restored by vitamin B12 replacement therapy.

CASE REPORT
8.Simultaneous occurrence of Kaposi’s sarcoma and nodular lymphocyte predominant subtype of Hodgkin’s lymphoma in the same lymph node
Duygu Kankaya, Gülşah Kaygusuz, Işınsu Kuzu, Berna Savaş, Şule Mine Bakanay, Muhit Özcan
Pages 201 - 203
Kaposi Sarkomu (KS) ve Klasik Hodgkin Lenfomanın (K-HL) aynı lenf nodülünde eş zamanlı infiltrasyon gösterdiği pek çok vaka bildirilmektedir. Fakat aynı lenf nodülünde KS ve Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma (NLPHL) birlikteliği henüz tanımlanmamıştır. KS sıklıkla “human immunodeficiency virus (HIV)” veya başka nedenlerle ortaya çıkan immunyetmezlik zemininde gelişim göstermektedir. Olgumu immunyetmezlik zemini bulunmaması açısından farklılık göstermekteydi. Ayrıca aynı lenf nodülünde KS ve NLPHL birlikteliğinin görüldüğü ilk olgu olmasının yanısıra, NLPHL’nın 8 yıllık tedavisiz takip sürecine rağmen çok yavaş seyir göstermesi ve KS’nun cilt tutulumu olmaksızın primer olarak lenf nodülü tutulumu şeklinde ortaya çıkması açısından önemliydi.
Many cases have been established with coexisting Kaposi’s sarcoma (KS) and classical Hodgkin’s Lymphoma (C-HL) in the same lymph node. But composite presentation of KS and Nodular Lymphocyte Predominant subtype of Hodgkin’s lymphoma (NLPHL) in the same lymph node has not been described yet. KS is related to immunodeficiency most frequently due to human immunodeficiency virus (HIV) infection or immunosupression by other reasons. Our case presented here was not related to any immunodeficiency status. Besides of being the first case of composite KS and NLPHL in the same lymph node, it was also unusual with the indolent behaviour of the NLPHL without any therapy for 8 years follow up and primary lymph node presentation of KS without cutaneous involvement.

9.Acute massive myelofibrosis with acute lymphoblastic leukemia
Zekai Avcı, Barış Malbora, Meltem Gülşan, Feride Iffet Şahin, Bülent Celasun, Namık Özbek
Pages 204 - 206
Akut myelofibrozis ani gelişen pansitopeni, kemik iliğinde megakaryositik hiperplazi, belirgin fibrozis ve organomegali olmaması ile karakterize bir hastalıktır. Akut myelofibrozis ile akut lenfoblastik lösemi birlikteliği çok nadir görülmektedir. Burada akut masif myelofibrozis ve akut lenfoblastik lösemi tanısı alan 4,5 yaşında erkek hasta sunuldu. Kemik iliği aspirasyonu yapılamayan (“kuru ilik”) hastanın tanısı, ancak kemik iliği biyopsisi ve immünohistopatolojik inceleme ile konabildi. Akut myelofibrozisin akut lenfoblastik lösemide prognostik önemi tam bilinmemektedir.
Acute myelofibrosis is characterized by pancytopenia of sudden onset, megakaryocytic hyperplasia, extensive bone marrow fibrosis, and the absence of organomegaly. Acute myelofibrosis in patients with acute lymphoblastic leukemia is extremely rare. We report a 4-year-old boy who was diagnosed as having acute massive myelofibrosis and acute lymphoblastic leukemia. Performing bone marrow aspiration in this patient was difficult (a “dry tap”), and the diagnosis was established by means of a bone marrow biopsy and immunohistopathologic analysis. The prognostic significance of acute myelofibrosis in patients with acute lymphoblastic leukemia is not clear.

10.Intestinal mucus accumulation in a child with acute myeloblastic leukemia
Barış Malbora, Zekai Avcı, Deniz Anuk İnce, Ünser Arıkan, Namık Özbek
Pages 207 - 209
İntestinal mukus birikimi, solid tümörler, intestinal inflamasyon, mukozal hiperplazi, intestinal basınç artışı gibi çeşitli hastalıklarda nadiren görülen bir durumdur. Ancak, bu durum akut miyeloblastik lösemili hastalarda bildirilmemiştir. İntestinal mukus birikiminin patogenezi ise hala tam olarak bilinememektedir. Burada, 14 yaşında akut miyeloblastik lösemili, febril nötropenili ve tifilitli bir kız hastayı sunduk. Hastamız, ayrıca alt ekstremite eklem kontraktürü nedeniyle immobilize idi. İntestinal mukus birikimi nedeniyle başlangıçta intestinal parazitoz tanısı almıştı. Biz burada, tiflit, immobilizasyon ve kullanılan antiemetikler nedeniyle barsak hareketlerinin azalmasının potansiyel etyolojik faktörler olabileceğini düşündük. Ancak, bu durumun primer hastalığın prognozu üzerine etkisi bilinmemektedir.
Intestinal mucus accumulation is a very rare situation observed in some solid tumors, intestinal inflammation, mucosal hyperplasia, elevated intestinal pressure, and various other diseases. However, it has never been described in acute myeloblastic leukemia. The pathogenesis of intestinal mucus accumulation is still not clear. Here, we report a 14-year-old girl with acute myeloblastic leukemia and febrile neutropenia in addition to typhlitis. She was also immobilized due to joint contractures of the lower extremities and had intestinal mucus accumulation, which was, at first, misdiagnosed as intestinal parasitosis. We speculate that typhlitis, immobilization and decreased intestinal motility due to usage of antiemetic drugs might have been the potential etiologic factors in this case. However, its impact on prognosis of the primary disease is unknown.

IMAGES IN HEMATOLOGY
11.Recurrent bruising of lower eyelids: a presenting symptom of neuroblastoma in a child
Mustafa Büyükavcı, Zühal Keskin Yıldırım
Page 210
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
12.Treatment of primary myelofibrosis
Şinasi Özsoylu
Pages 211 - 212
Abstract | Full Text PDF

13.Megadose methylprednisolone for granulocytic sarcoma
Şinasi Özsoylu
Page 213
Abstract | Full Text PDF

14.Premarital screening in Muğla Region of Turkey
Sibel Özdemir, İsmail Hakkı Timur, İskender Gencer, Nejat Akar
Pages 214 - 215
Abstract | Full Text PDF

15.Chemotherapeutic trial for acute leukemia in Iraq
Abbas Hashim Abdulsalam
Page 216
Abstract | Full Text PDF

16.Subject Index

Pages 217 - 219
Abstract | Full Text PDF

17.Author Index

Page 220
Abstract | Full Text PDF