E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 32 (2)
Volume: 32  Issue: 2 - 2015
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Recommendations for Risk Categorization and Prophylaxis of Invasive Fungal Diseases in Hematological Malignancies: A Critical Review of Evidence and Expert Opinion (TEO-4)
Can Boğa, Zahit Bolaman, Seçkin Çağırgan, İhsan Karadoğan, Mehmet Ali Özcan, Fahir Özkalemkaş, Rabin Saba, Mehmet Sönmez, Esin Şenol, Hamdi Akan, Murat Akova
doi: 10.4274/tjh.2014.0277  Pages 100 - 117
Bu makale Türkiye’de invazif fungal enfeksiyon ile uğraşan uzmanlar tarafından hazırlanan bir seri yazının sonuncusudur. Bu makaleler hematolojik malignitelerde ve kök hücre nakli hastalarında invazif fungal hastalıkların yönetimini eldeki kanıtların ışığında en iyi hale getirmeyi amaçlamaktadır. İlk yazılar tanı ve tedaviyi özetlerken, bu makale invazif fungal hastalıkta risk kategorizasyonu ve profilaksiyi ele almaktadır.
This is the last of a series of articles on invasive fungal infections prepared by opinion leaders in Turkey. The aim of these articles is to guide clinicians in managing invasive fungal diseases in hematological malignancies and stem cell transplantation based on the available best evidence in this field. The previous articles summarized the diagnosis and treatment of invasive fungal disease and this article aims to explain the risk categorization and guide the antifungal prophylaxis in invasive fungal disease.

RESEARCH ARTICLE
2.A Novel Natural Product, KL-21, Inhibits Proliferation and Induces Apoptosis in Chronic Lymphocytic Leukemia Cells
Aysun Adan Gökbulut, Mustafa Yaşar, Yusuf Baran
doi: 10.4274/Tjh.2013.0381  Pages 118 - 126
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı yeni bitkisel bir ürün olan KL-21’in [Naturin doğal ürünler şirketi (İzmir, Türkiye) tarafından üretilen] 232B4 kronik lenfostik lösemi (KLL) hücreleri üzerindeki sitotoksik ve apoptotik etkilerinin araştırılmasıdır. Ayrıca, KL-21’in BEAS-2B sağlıklı insan bronşial epitelyum hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisine de bakılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: KL-21’in sitotoksik etkisine MTT hücre çoğalma testiyle bakılmıştır. Kaspaz-3 enzim aktivitesindeki ve mitokondri membran potansiyelindeki değişimlere sırasıyla kaspaz-3 kolorimetrik testi ve JC-1 boyasına dayalı bir yöntem kullanılarak bakılmıştır. Apoptotik hücre popülasyonunu belirlemek amacıyla Anneksin 5-FITC/PI ikili boyama yöntemi kullanılmıştır. KL-21’in KLL hücrelerinin hücre siklusu üzerindeki etkilerine akım sitometresi ile bakılmıştır.
BULGULAR: KL-21’in KLL hücrelerinin çoğalması üzerine etkisi zamana ve doza bağımlı olarak artmıştır. Bununlar beraber, KL-21’in özellikle yüksek konsantrasyonlarda KLL hücreleri ile karşılaştırıldığında BEAS-2B hücreleri üzerinde daha az sitotoksik etki gösterdiği saptanmıştır. Anneksin-5/PI ikili boyaması 232B4 hücrelerinde apoptotik hücre popülasyonunun arttığını göstermiştir. KL-21’in artan konsantrayonları kaspaz-3 enzim aktivitesini arttırmış ve mitokondri membran potansiyelindeki kayıpları indüklemiştir. KL-21 1 mg/ml konsantrasyonuna kadar G0/G1 fazındaki hücrelerin yüzdesinde küçük artışlara ve S fazındaki hücre popülasyonunda ise azalmalara neden olmaktadır. En yüksek konsantrasyonda ise hücrelerin büyük bir çoğunluğu G0/G1 fazında birikmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen sonuçlar, KL-21’in 232B4 KLL hücreleri üzerinde büyümeyi inhibe edici bir etkisi olduğunu göstermiştir. Ayrıca, K-21 apoptozu indüklemekte ve G0/G1 fazında hücre siklusunun tutulumuna neden olmaktadır.
INTRODUCTION: The aims of this study were to examine the cytotoxic and apoptotic effects of KL-21, a novel plant product (produced by Naturin Natural Products, İzmir, Turkey), on 232B4 chronic lymphocytic leukemia (CLL) cells and to determine the cytotoxic effects on healthy BEAS-2B human bronchial epithelial cells.
METHODS: The cytotoxic effect of KL-21 was determined by MTT cell proliferation assay. Changes in caspase-3 enzyme activity were measured using the caspase-3 colorimetric assay. Changes in mitochondrial membrane potential were determined using the JC-1 dye-based method. Annexin V-FITC/PI double staining was performed to measure the apoptotic cell population. Effects of KL-21 on cell cycle profiles of CLL cells were investigated by flow cytometry.
RESULTS: We detected time- and concentration-dependent increases in the cytotoxic effect of KL-21 on 232B4 CLL cells. However, we also showed that, especially at higher concentrations, KL-21 was less cytotoxic towards BEAS-2B healthy cells than towards CLL cells. Annexin-V/PI double staining results showed that the apoptotic cell population increased in 232B4 cells. Increasing concentrations of KL-21 increased caspase-3 enzyme activity and induced loss of mitochondrial membrane potential. KL-21 administration resulted in small increases in the percentage of the cells in the G0/G1 phase while it decreased the S phase cell population up to 1 mg/mL. At the highest concentration, most of the cells accumulated in the G0/G1 phase.
DISCUSSION AND CONCLUSION: KL-21 has a growth-inhibitory effect on 232B4 CLL cells. KL-21 causes apoptosis and cell cycle arrest at G0/G1.

3.A possible role for WNT5A hypermethylation in Pediatric Acute Lymphoblastic Leukemia
Özden Hatırnaz Ng, Sinem Fırtına, İsmail Can, Zeynep Karakaş, Leyla Ağaoğlu, Ömer Doğru, Tiraje Celkan, Arzu Akçay, Yıldız Yıldırmak, Çetin Timur, Uğur Özbek, Müge Sayitoğlu
doi: 10.4274/Tjh.2013.0296  Pages 127 - 135
GİRİŞ ve AMAÇ: WNT5A, kanonik olmayan WNT ligandlarının en çok çalışılanıdır ve farklı tümör tiplerinde fonksiyon bozukluğu gösterdiği bilinmektedir. Amacımız tespit edilen düşük WNT5A mRNA miktarının altında yatan sebebin hiper metilasyon olup olmadığını açıklığa kavuşturmak ve bu düşüşü hiper metilasyonu tersine çevirerek düzeltip düzeltemeyeceğimizi belirlemekti.
YÖNTEM ve GEREÇLER: WNT5A mRNA anlatımı, geniş bir ALL hasta gurubunda eş zamanlı kantitatif PZR ile çalışıldı (n=86). Metilasyon durumu metilasyona özgü PZR (MSPZR) ve bisülfit dizileme yöntemleri ile belirlendi. Metilasyonun WNT5A anlatımına doğrudan etkisi olup olmadığı ise hastalık özelliklerini gösteren hücre serilerine 5’-aza-20-deoxycytidine muamelesi ile gösterildi.
BULGULAR: Bu çalışmada daha önceki çalışmamızda mikro dizi analizi ile belirlenen düşük WNT5A anlatımının doğrulanması için mRNA anlatımı eş zamanlı kantitatif PZR yöntemi ile belirlendi ve T-ALL hastalarında kontrol timositlere göre istatistiki olarak anlamlı bir düşüş gözlendi (p=0,007). MSPZR ise hastaların %86’sında WNT5A geni promotör bölgesinin hiper metile olduğunu gösterdi. Jurkat ve RPMI hücre serileri 5’AZA ile muamele edildi ve WNT5A mRNA anlatımının yeniden arttığı belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre ALL hastalarında WNT5A hiper metilasyonu gözlenmektedir ve mRNA anlatımına doğrudan etkisi bulunmaktadır. Sonuçlarımız WNT sinyal ileti yolundaki epigenetik değişikliklerin ALL patogenezinde rol oynadığını göstermektedir ve metilasyonun tersine çevrilmesi lösemiler için olası bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.
INTRODUCTION: WNT5A is one of the most studied noncanonical WNT ligands and is shown to be deregulated in different tumor types. Our aim was to clarify whether hypermethylation might be the cause of low WNT5A mRNA levels and whether we could restore this downregulation by reversing the event.
METHODS: The expression of WNT5A mRNA was studied in a large acute lymphoblastic leukemia (ALL) patient group (n=86) by quantitative real-time PCR. The methylation status was detected by methylation-specific PCR (MSPCR) and bisulphate sequencing. In order to determine whether methylation has a direct effect on WNT5A expression, disease-representative cell lines were treated by 5’-aza-20-deoxycytidine.
RESULTS: Here we designed a validation experiment of the WNT5A gene, which was previously examined and found to be differentially expressed by microarray study in 31 T-cell ALL patients. The expression levels were confirmed by quantitative real-time PCR and the expression levels were significantly lower in T-cell ALL patients than in control thymic subsets (p=0.007). MSPCR revealed that 86% of the patients were hypermethylated in the WNT5A promoter region. Jurkat and RPMI cell lines were treated with 5’-aza-20-deoxycytidine and WNT5A mRNA expression was restored after treatment.
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to our results, WNT5A hypermethylation does occur in ALL patients and it has a direct effect on mRNA expression. Our findings show that epigenetic changes of WNT signaling can play a role in ALL pathogenesis and reversing methylation might be useful as a possible treatment of leukemia.

4.The Hematological and Molecular Spectrum of α-Thalassemias in Turkey: The Hacettepe Experience
Şule Ünal, Fatma Gümrük
doi: 10.4274/tjh.2014.0200  Pages 136 - 143
GİRİŞ ve AMAÇ: Alfa (α) talasemilerin farklı klinik spektrumundan etkilenen α-globin gen sayısı sorumludur. Ayrıca delesyonel olmayan mutasyonların, iki α-globin geninin birden etkilendiği büyük delesyonel mutasyonlarla kombinasyon oluşturmasının da hastalığın klinik şiddetinde etkisi bulunmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Burada Hb H hastalarımızın (n=35) hematolojik ve mutasyonel spektrumunu sunmaktayız. Buna ek olarak, merkezimize α-globin geninde mutasyon varlığı taraması için merkezimize gönderilen ve α-globin geni mutasyonu taşıyan 78 bireyin bulguları analiz edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmamızda daha önce bildirilenleri destekler şekilde Hb H hastası grubunda (%62,8) ve 78 bireyde (%39,7) en sık mutasyon -α3,7 olarak bulunmuştur. Hemoglobin H hastalarımızda en sık genotipler -α3.7/--20.5; -α3,7/--26,5 ve -α3,7/--17,5 olarak sırasıyla 10 (%28,6), 6 (%17,1) ve 6 (%17,1) sıklıklarda bulunmuştur. Diğer bir küçük delesyon olan -4.2 (Asya tipi), delesyonel olmayan α-globin mutasyonları α (-5nt): IVS-I donor site (GAG.GTG.AGG->GAG.G-----); α (PA-2): AATAAA>AATGGA ve α (cd59): GGC->GAC; translarında büyük delesyonel bir mutasyon bulunduğunda Hb H hastalığına neden olduğu görülmüştür. Delesyonel olmayan mutasyonla büyük delesyonel tipte mutasyonların kombinasyonlarının (αTα/--), sadece delesyonel mutasyonların kombinasyonları sonucu gelişen Hb H hastalarına göre kliniklerinin daha şiddetli olduğu gözlenmiştir (-α/--). α(Cd59) ve -- trans birlikteliğinde, (α (Cd59)/--), daha ağır bir fenotip izlenmiştir ve bu durumda Hb H bulunmayıp, hastada Hb Bart’s yüksek olarak ölçülmüştür. Homozigot PA-2 mutasyonu olan hastalar (α PA-2/α PA-2) ağır fenotipte Hb H hastaları olarak gözlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız Hb H hastalığının ülkemizde nadir olmadığına ve genotipinin heterojen olduğuna işaret etmektedir.
INTRODUCTION: The spectrum of α-thalassemias correlates well with the number of affected α-globin genes. Additionally, combinations of the several non-deletional types of mutations with a large trans deletion comprising the 2 α-globin genes have an impact on the clinical severity. The objective of this study was to analyze the hematological and molecular data of 35 patients with Hb H disease from a single center in order to identify the genotypes of Hb H disease and genotype-phenotype correlations.
METHODS: Herein, we report the hematological and mutational spectrum of patients with Hb H disease (n=35). Additionally, genotypes of α-gene mutations of 78 individuals, who were referred to our institution for α-gene screening, were analyzed.
RESULTS: Supporting the previous data from Turkey, -α3.7 was the most common mutation among patients with Hb H disease (62.8%) and in the other 78 subjects (39.7%). Of the patients with Hb H disease, the most common genotypes were -α3.7/--20.5, -α3.7/--26.5, and -α3.7/--17.5 in 10 (28.6%), 6 (17.1%), and 6 (17.1%) patients, respectively. Another small deletion, -4.2 alpha, and several non-deletional types of α-gene mutations, namely α (-5nt): IVS-I donor site (GAG.GTG.AGG->GAG.G-----); α (PA-2): AATAAA>AATGGA, and α (cd59): GGC->GAC, were found to be associated with Hb H disease when present at trans loci of one of the large deletions given above. The combinations consisting of 1 non-deletional and 1 of the large deletional types of mutations (αTα/--) at trans loci were found to result in a more severe phenotype compared to the genotypes composed of 1 small trans deletion of a large deletion (-α/--). The combination of α (Cd59) and -- in trans was associated with severe phenotype and the disease was associated with an increase in Hb Bart’s level with null Hb H. In spite of the presence of 2 intact α-globin genes, homozygosity for PA-2 mutation resulted in severe Hb H disease.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study indicated that Hb H disease is not rare in Turkey and its genotype is quite heterogeneous.

5.Cohort Study: Central Venous Catheter-Related Complications in Children with Hematologic Diseases at a Single Center
Ayhan Pektaş, Ateş Kara, Aytemiz Gürgey
doi: 10.4274/Tjh.2013.0403  Pages 144 - 151
GİRİŞ ve AMAÇ: AMAÇ: Bu çalışma, tek bir merkezde hematolojik hastalık nedeniyle tedavi edilen çocuklarda santral venöz kateter (SVK) kullanımıyla ilişkili olarak ortaya çıkan komplikasyonları belirlemeyi ve incelemeyi amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YÖNTEMLER: Beş yıl boyunca, 203 SVK uygulaması yapılan 106 çocuk hastada ortaya çıkan 175 katetere bağlı komplikasyon geriye dönük olarak değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Klinik kateter enfeksiyonu, lokal kateter enfeksiyonu, venöz tromboembolizm, kanama ve mekanik komplikasyon oranları, sırasıyla, 1000 kateter gününde 2.6, 1.1, 0.2, 0.2 ve 0.2 olarak hesaplanmıştır. Metisiline dirençli Staphylococcus epidermidis, kan ve kateter kültürlerinden en çok izole edilen mikroorganizmadır. Lösemili çocuklarda klinik kateter enfeksiyonlarının sıklığı anlamlı olarak yüksektir (p=0.046). Kemik iliği transplantasyonu yapılan çocuklarda klinik kateter enfeksiyonu sıklığı anlamlı olarak düşük (p=0.043) bulunurken lokal kateter enfeksiyonu sıklığı anlamlı olarak yüksektir (p=0.003). İmplante kateteri olan çocuklarda klinik kateter enfeksiyonlarının sıklığı anlamlı olarak düşüktür (p=0.048). Trombositopenisi olan çocuklarda lokal kateter enfeksiyonları anlamlı olarak daha az görülürken klinik kateter enfeksiyonları ve katetere bağlı kanama anlamlı olarak daha sık ortaya çıkmıştır (sırasıyla p=0.001, p=0.042 ve p=0.024).
TARTIŞMA ve SONUÇ: SONUÇ: Lösemi, kemik iliği transplantasyonu ve trombositopeni, SVK ile ilişkili olarak çocuklarda ortaya çıkan komplikasyonlar için en önemli risk etkenleridir. Kalıcı kateterler aracılığıyla gerçekleştirilen müdahale sayısındaki artış, sistemik enfeksiyon ve mekanik hasar riskindeki anlamlı yükselişten sorumlu olabilir.
INTRODUCTION: This study aims to document and analyze the central venous catheter (CVC)-related complications in children with hematological diseases who were treated within a single institution.
METHODS: A retrospective investigation was conducted in 106 pediatric patients in whom 203 CVCs were inserted. A total of 175 catheter-related complications occurred in 5 years.
RESULTS: The rates of clinical catheter infections, local catheter infections, venous thromboembolism, bleeding, and mechanical complications were 2.6, 1.1, 0.2, 0.2, and 0.2 per 1000 catheter days. Methicillin-resistant Staphylococcus epidermidis was the predominant infectious organism in blood and catheter cultures. The children with leukemia had a significantly higher frequency of clinical catheter infections (p=0.046). The children who underwent bone marrow transplantation had a significantly lower frequency of clinical catheter infections (p=0.043) and higher frequency of local catheter infections (p=0.003). The children with implanted catheters had a significantly lower frequency of clinical catheter infections (p=0.048). The children with thrombocytopenia had significantly fewer local catheter infections and significantly more clinical catheter infections and catheter-related bleeding (respectively p=0.001, p=0.042, and p=0.024).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Leukemia, bone marrow transplantation, and thrombocytopenia are risk factors for CVC-associated complications. The relatively higher number of interventions performed via permanent catheters may be responsible for the significantly increased incidence of systemic infections and mechanical injury.

6.The Effect of FcγRIIIA Gene Polymorphism on the Treatment of Diffuse Large B-cell Non-Hodgkin Lymphoma: A Multicenter Prospective Observational Study
Nurhilal Büyükkurt, Mehmet Ali Özcan, Ülkü Ergene, Bahriye Payzın, Sunay Tunalı, Fatih Demirkan, Hayri Özsan, Özden Pişkin, Bülent Ündar
doi: 10.4274/Tjh.2013.0367  Pages 152 - 157
GİRİŞ ve AMAÇ: Diffüz büyük B hücreli non-Hodgkin lenfomada (DLBCL) kür sağlayıcı tedavi yaklaşımı rituximab çağında olmamıza rağmen tartışmalı bir konudur. Bu çalışmanın amacı R-CHOP (siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin ve prednizon) rejimi alan DLBCL hastalarında FcγRIIIA gen polimorfizminin dağılımını incelemekti. Ayrıca FcγRIIIA gen polimorfizminin tüm yanıt oranları (ORR) ve tüm yaşam (OS) üzerine olan etkisini araştırmaktı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Türkiye’nin Ege Bölgesi’ndeki üç merkezden yeni tanı almış CD-20 pozitif DLBCL hastaları çalışmaya dahil edildi. FcγRIIIA’daki tek gen polimorfizmi gerçek zamanlı-PCR ile incelendi. Tedaviye yanıt, planlanmış olan protokolün ortasında ve sonunda değerlendirildi. İki yıllık takip süresince her üç ayda bir hastalığın hem klinik, hem de radyolojik durumu ele alındı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 36 hastada, FcγRIIIA’nın F/F, V/F ve V/V alellerinin dağılımı sırasıyla %25, %50 ve %25’ti. ORR ve OS verilerine göre 27 hasta değerlendirilebilir olarak kabul edildi. Hastaların ORR değerleri F/F, V/F ve V/V alel gruplarına göre sırasıyla %87,5; %100 ve %50 olarak hesaplandı. Hastaların ORR değerleri açısından üç alel grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,93). F/F, V/F ve V/V gruplarında iki yıllık OS %62,5, %100 ve %100 bulundu. F/F alel grubunun OS’si diğer iki alel grubundakinden daha düşük bulunmuştur (p=0,01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gen polimorfizmi dağılımı sonuçlarımız önceki çalışmalarda bulunanlarla benzerdir. Gruplar arasında ORR değerleri arasında fark yokken, sonuçlarımız F/F hastalarının FcγRIIIA’nın diğer allel gruplarına göre daha kısa bir OS değerine sahip olduğunu göstermektedir.
INTRODUCTION: The curative treatment approach for diffuse large B-cell lymphoma (DLBCL) is controversial even in the rituximab (R) era. The aim of this study was to examine the FcγRIIIA gene polymorphism distribution of DLBCL patients who had been treated with R-CHOP (cyclophosphamide, doxorubicin, vincristine, and prednisone) chemotherapy. Furthermore, we investigated the impact of FcγRIIIA gene polymorphism on the overall response rate (ORR) and overall survival (OS).
METHODS: Patients from 3 centers in the Aegean region of Turkey who had newly diagnosed CD20-positive DLBCL were enrolled in the study. The single nucleotide polymorphisms of the FcγRIIIA gene were analyzed by real time-PCR. The response to treatment was determined in the middle and at the end of the protocol. During 2 years of follow-up, the patients were clinically and radiologically evaluated for disease status every 3 months.
RESULTS: Thirty-six patients were included in the study and the distributions of F/F, V/F, and V/V types of alleles of FcγRIIIA were 25%, 50%, and 25%, respectively. Twenty-seven patients were considered as evaluable according to ORR and OS. The patients’ ORR was 87.5%, 100%, and 50% in the F/F, V/F, and V/V allele groups, respectively. We did not establish any statistically significant differences among the 3 alleles groups in respect to ORR (p=0.93). The OS within 2 years in the F/F, V/F, and V/V allele groups was 62.5%, 100%, and 100%, respectively. The OS in the F/F allele group was found to be lower than in the other 2 allele groups (p=0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The distribution of gene polymorphisms in our study group was similar to those of previous studies. While ORR was similar between the groups, our results highlight a lower OS in F/F patients ompared to other allele groups of FcγRIIIA.

7.Presence of Essential Hypertension or Diabetes Mellitus Is a Predictor of Intracranial Bleeding in Elderly Patients: A Study of 108 Patients with Isolated Thrombocytopenia from a Single Reference Center
Rajan Kapoor, Hara Prasad Pati, Manoranjan Mahapatra, Anuradha Monga
doi: 10.4274/Tjh.2013.0161  Pages 158 - 162
GİRİŞ ve AMAÇ: Trombositopeni ileri yaşlarda ciddi sorunlar doğurur. Bunda sadece çeşitli sebeplerin olduğunu söylemek yeterli olmayacaktır zira önemli hastalıklarla ve ölümle de çokça ilişkilendirilir. İleri yaştaki hastalarda görülen izole trombositopeninin sebeplerini öğrenmek ve trombositopeninin şiddetiyle çeşitli etiyolojik faktörler ve beraberinde görülen ek hastalıklardaki kanamalar arasında var olan ilişkiyi göstermek amacıyla bir çalışma yürüttük.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İzole trombositopeni (normal hemoglobin ve toplam lökosit sayısı mevcut, trombosit sayısı <100x109/L) görülen 50 yaşın üstündeki toplam 108 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Her hasta için ayrı ayrı geçmiş sorgulaması ve klinik incelemeler yapıldı. Tam kan sayımı otomatik hücre sayıcısında analiz edildi. Her olguda çevresel kan yayması incelendi. Her hastada Eliza yöntemi ile HbsAg, anti HCV ve anti HIV testleri yapıldı. Klinik olarak belirtilen her noktada kemik iliği aspirasyon biyopsisi ve sitogenetik analizler yapıldı.
BULGULAR: Yüz sekiz hastadan 102’sinde (%94,4) kanama eğilimi görüldü. Yirmi dokuz hastada (%26,8) ciddi kanamalar (Dünya Sağlık Örgütü 3./4. derece) yaşandı. Elde edilen ana bulgulara göre 79 olguda (%73,1) immün trombositopenik purpura, 7’sinde (%6,5) miyelodisplastik sendrom, 7’sinde (%6,5) ilaca bağlı oluşan trombositopeni ve 4’ünde de (%3,7) bağ dokusu hastalığı görüldü. Hastaların 10’unda intrakranial kanamalar yaşandı. Lojistik regresyon analizine göre esansiyel hipertansiyon ve diabetes mellitus gibi eşlik eden hastalıkların, intrakranial kanamalarla önemli ölçüde ilişkilendirildiği gösterilmiştir. Trombosit değerleriyle ciddi kanamalar arasında herhangi bir ilişki bulunamamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İleri yaşlardaki hastalarda görülen izole trombositopeni ciddi morbidite nedenidir. Yaşlı hastalarda görülen trombositopeninin sebebini açıklamak için özenli klinik ve laboratuvar değerlendirmelerin yapılması gerekmektedir. Bu popülasyonda görülen diğer hastalıklar ciddi kanamalarla ilişkilidir, ancak genel kanının aksine düşük trombosit değerleriyle kanama arasında herhangi bir ilişkisi yoktur.
INTRODUCTION: Thrombocytopenia poses a significant problem in the elderly. Not only are there varied causes, but it is also associated with significant morbidity and mortality. We carried out a study to learn the causes of isolated thrombocytopenia in elderly patients and to correlate the severity of thrombocytopenia and bleeding manifestations with various etiologic factors and comorbidities.
METHODS: A total of 108 patients above 50 years of age presenting with isolated thrombocytopenia (platelet counts of <100x109/L with normal hemoglobin and total leukocyte counts) were enrolled in the study. Detailed history and clinical examinations were carried out for each patient. Complete blood counts were analyzed by automated cell counter. Peripheral smears were examined in all cases. HbsAg, anti-HCV, and anti-HIV testing by enzyme-linked immunosorbent assay was done in all patients. Wherever clinically indicated, bone marrow aspiration biopsy and cytogenetic studies were done.
RESULTS: Out of 108 patients, 102 (94.4%) presented with bleeding tendencies. Twenty-nine (26.8%) presented with serious (World Health Organization grade 3/4) bleedings. Major findings were immune thrombocytopenic purpura in 79 (73.1%), myelodysplastic syndrome in 7 (6.5%), drug-induced thrombocytopenia in 7 (6.5%), and connective tissue disorder in 4 (3.7%) cases. Ten patients presented with intracranial bleedings. Upon logistic regression analysis, comorbidities in the form of essential hypertension and diabetes mellitus were significantly associated with occurrence of intracranial bleeding. There was no correlation of serious bleedings with platelet counts.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Isolated thrombocytopenia in the elderly is associated with significant morbidity. Diligent clinical and laboratory evaluation is required to elucidate the cause of thrombocytopenia in the elderly. Comorbidities in this population are associated with serious bleedings and not low platelet counts as is commonly thought.

BRIEF REPORT
8.Pharmacobiological Approach for the Clinical Development of Ruxolitinib in Myeloproliferative Neoplasms
Eylem Eliaçık, Ayşe Işık, Salih Aksu, Ayşegül Üner, Yahya Büyükaşık, Nilgün Sayınalp, Hakan Göker, Osman İ. Özcebe, İbrahim C. Haznedaroğlu
doi: 10.4274/Tjh.2013.0265  Pages 163 - 167
Ruxolitinib, JAK1 ve JAK2 inhibitörü olarak işlev gören bir ilaçtır. Semptomatik splenomegalisi olan orta- veya yüksek-risk myelofibrozis hastalarında kullanımı uluslararası onam almıştır. Bu bağlamda ruxolitinib, Philadelphia kromozomu negatif myeloproliferatif neoplaziler (MPN) için klinik yararı gösterilen ilk hedefe yönelik ajan konumundadır. Bu yazının amacı, ruxolitinibin MPN’nin klinik tablolarındaki potansiyel kullanım alanları konusunda farmakobiyolojik yönleri tartışmaktır. Ruxolitinib onamları başlıca hastalık risk faktörleri üzerinden yapılmaktadır. Ancak klinik kullanımda hastalığın ve ilacın farmakobiyolojik yönlerini de dikkate alma gerekliliği vardır. Bu hipotezimizi tartışırken splenektomize bir MPN hastamızda, hiperproliferatif bir kemik iliği ve orta derecede fibrozis mevcutken uyguladığımız ruxolitinib tedavisinden elde ettiğimiz deneyimlere dayandık. İlacın gelecekte klinik geliştirilmesi gerçekleştirilirken MPN risk profili yanı sıra farmakobiyolojik değerlendirmelerin de yapılması gerektiği düşüncesindeyiz.
Ruxolitinib, JAK1 ve JAK2 inhibitörü olarak işlev gören bir ilaçtır. Semptomatik splenomegalisi olan orta- veya yüksek-risk myelofibrozis hastalarında kullanımı uluslararası onam almıştır. Bu bağlamda ruxolitinib, Philadelphia kromozomu negatif myeloproliferatif neoplaziler (MPN) için klinik yararı gösterilen ilk hedefe yönelik ajan konumundadır. Bu yazının amacı, ruxolitinibin MPN’nin klinik tablolarındaki potansiyel kullanım alanları konusunda farmakobiyolojik yönleri tartışmaktır. Ruxolitinib onamları başlıca hastalık risk faktörleri üzerinden yapılmaktadır. Ancak klinik kullanımda hastalığın ve ilacın farmakobiyolojik yönlerini de dikkate alma gerekliliği vardır. Bu hipotezimizi tartışırken splenektomize bir MPN hastamızda, hiperproliferatif bir kemik iliği ve orta derecede fibrozis mevcutken uyguladığımız ruxolitinib tedavisinden elde ettiğimiz deneyimlere dayandık. İlacın gelecekte klinik geliştirilmesi gerçekleştirilirken MPN risk profili yanı sıra farmakobiyolojik değerlendirmelerin de yapılması gerektiği düşüncesindeyiz.

CASE REPORT
9.Possible Role of Interleukin-31/33 Axis in Imatinib Mesylate-Associated Skin Toxicity
Caterina Musolino, Alessandro Allegra, Carmen Mannucci, Sabina Russo, Andrea Alonci, Valerio Maisano, Gioacchino Calapai, Sebastiano Gangemi
doi: 10.4274/Tjh.2014.0021  Pages 168 - 171
İmatinib mesilat c-ABL ve BCR-ABL’yi hedeflemek için tasarlanan küçük- molekül tirozin kinaz inhibitörü (TKİ) olup kronik miyeloid lösemi ve gastrointestinal stromal tümör tedavisi için onaylanmıştır. İmatinib ile indüklenen advers kutanöz reaksiyonlar nadir, genellikle ılımlı ve doz bağımlıdır. Bu çalışmanın amacı, kaşıntı ile ilişkili bozukluklar ile ilgili sitokinler olan interlökin (IL)-33 ve IL-31’in imatinib mesilat tedavisi alan bir hastada kaşıntı patogenezine olası katkısını araştırmak idi. Hastanın serum IL-31 ve IL-33 düzeyleri kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek idi (sırasıyla; 96,6 pg/mL vs. 7,623±7,681 pg/mL ve 27,566 pg/mL vs. 6,170±7,060 pg/mL). Bu bulgular ışığında, imatinib mesilatile ilişkili dermatolojik toksisiteler IL-31 ve IL-33 salınımı ile ilişkili olabilir. Özellikle, TKİ kullanımının keratinosit hasarı, IL-33 salınımı ve mast hücre yüzeyindeki reseptörü ile karşılıklı etkileşimi sonucu, deri bulgularına yol açma yeteneği olan, kaşıntıyı-indükleyen bir sitokin olarak bilinen IL-31’de içeren çeşitli faktörlerin sekresyonuna sebep olabileceği varsayılabilir. Bu rapor, bildiğimizce, imatinin mesilat tedavisi ile ilişkili deri yan etkilerinin patogenezinde interlökin-31/33 aksının olası rolünü tanımlayan ilk çalışmadır.
Imatinib mesylate is a small-molecule tyrosine kinase inhibitor (TKi) designed to target c-ABL and BCR-ABL, approved for the treatment of chronic myeloid leukemia and gastrointestinal stromal tumors. Adverse cutaneous reactions induced by imatinib are frequent, generally moderate, and dose-dependent. The aim of this work was to investigate the possible contribution of interleukin (IL)-33 and IL-31, cytokines involved in disorders associated with itching, in the pathogenesis of pruritus in a patient undergoing imatinib mesylate treatment. His IL-31 and IL-33 serum levels were significantly higher than in the control group (respectively 96.6 pg/mL vs. 7.623±7.681 pg/mL and 27.566 pg/mL vs. 6.170±7.060 pg/mL). In light of these findings, imatinib mesylate-related symptoms of dermatologic toxicities might be related to the release of IL-31 and IL-33. In particular, it is supposable that TKi usage could cause keratinocyte injury, the release of IL-33, and the consequent interaction with its receptor on mast cells that induces the secretion of several factors capable of causing skin manifestations, including IL-31, a known pruritus-inducing cytokine. This report, to the best of our knowledge, is the first work describing the possible involvement of the IL-31/IL-33 axis in the pathogenesis of skin side effects related to imatinib mesylate treatment.

10.Severe Clinical Course in a Patient with Congenital Amegakaryocytic Thrombocytopenia Due to a Missense Mutation of the c-MPL Gene
İkbal Ok Bozkaya, Neşe Yaralı, Pamir Işık, Rukiye Ünsal Saç, Betül Tavil, Bahattin Tunç
doi: 10.4274/Tjh.2013.0191  Pages 172 - 174
Konjenital amegakaryositik trombositopeni (KAMT) genellikle, doğumda ağır trombositopeni ile başlar ve pansitopeniye ilerler. Hastalığın nedeni trombopoetin reseptör geni olan myeloproliferatif lösemi virüs onkogenindeki (c-MPL) mutasyon olup, literatürde KAMT kliniği ile c-MPL mutasyon tipleri arasında ilişki bildirilmiş, hastalar farklı mutasyonların neden olduğu klinik belirtilere göre sınıflandırılmışlardır. c-MPL’nin yanlış anlamlı mutasyonları tip 2 olarak sınıflanmıştır. Bu hastalar tip 1 hastalar ile karşılaştırıldığında kemik iliği yetmezliğinin daha geç başladığı bildirilmiştir. Burada, yenidoğan döneminde intrakranial kanama ile hastanemize başvuran c-MPL geninde ekzon 4’de yanlış anlamlı mutasyonu olan KAMTII tanılı ağır klinik seyirli bir kız sunulmuştur.
Congenital amegakaryocytic thrombocytopenia (CAMT) generally begins at birth with severe thrombocytopenia and progresses to pancytopenia. It is caused by mutations in the thrombopoietin receptor gene, the myeloproliferative leukemia virus oncogene (c-MPL). The association between CAMT and c-MPL mutation type has been reported in the literature. Patients with CAMT have been categorized according to their clinical symptoms caused by different mutations. Missense mutations of c-MPL have been classified as type II and these patients have delayed onset of bone marrow failure compared to type I patients. Here we present a girl with severe clinical course of CAMT II having a missense mutation in exon 4 of the c-MPL gene who was admitted to our hospital with intracranial hemorrhage during the newborn period.

11.Management of Two Juvenile Myelomonocytic Leukemia Patients According to Clinical and Genetic Features
Özlem Tüfekçi, Hale Ören, Fatma Demir Yenigürbüz, Salih Gözmen, Tuba Hilkay Karapınar, Gülersu İrken
doi: 10.4274/tjh.2014.0034  Pages 175 - 179
Juvenil myelomonositik lösemi (JMML) çocukluk çağında nadir görülen klonal myeloproliferatif bir hastalıktır. Hastalarda genetik patolojiler saptandıkça JMML’nin tanı ve patogenezini anlamada önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu hastaların yaklaşık %80’inde RAS, NF1, PTPN11 ve CBL gen mutasyonları bulunmuştur. Belirli klinik bulgular ile spesifik gen mutasyonları arasında ilişki olduğu bildirilmektedir. JMML’de genomik çalışmalardaki gelişmeler ve son yıllarda tanımlanmış yeni genetik mutasyonların saptanması sadece hastalığın tanısı için değil, tedavi ve prognozunda da önem taşımaktadır. Burada NRAS ve c-CBL mutasyonları olan iki JMML’li hasta, belirli klinik bulguları ve farklı tedavi yaklaşımları ile sunulmaktadır.
Juvenile myelomonocytic leukemia (JMML) is a rare clonal myeloproliferative disorder of childhood. Major progress has been achieved in diagnosis and the understanding of the pathogenesis of JMML by identifying the genetic pathologies that occur in patients. Mutations of RAS, NF1, PTPN11, and CBL are found in approximately 80% of JMML patients. Distinct clinical features have been reported to be associated with specific gene mutations. The advent of genomic studies and recent identification of novel genetic mutations in JMML are important not only in diagnosis but also in the management and prognosis of the disease. Herein, we present 2 patients with JMML harboring different mutations, NRAS and c-CBL, respectively, with distinct clinical features and different therapeutic approaches.

12.Ruxolitinib Treatment in a Patient with Primary Myelofibrosis Resistant to Conventional Therapies and Splenectomy: A Case Report
Meltem Aylı, Muhit Özcan, Güldane Cengiz Seval
doi: 10.4274/tjh.2013.0338  Pages 180 - 183
Dört yıl önce primer myelofibrozis tanısı konulan 67 yaşındaki erkek hastaya uygulanan konvansiyonel tedavi yöntemleri ile sonuç alınamadı. Dalak boyutları ileri derecede arttı, hastanın tekrar ayda 4-6 ünite transfüzyon gereksinimi olmaya başladı. Bu dönemde dev boyutlara ulaşan dalakta infarktüs gelişti ve hastaya splenektomi yaptırıldı. Splenektomi sonrası hastaya ruxolitinib başlandı. Ruxolitinib tedavisinin 1. ayından itibaren hasta transfüzyon bağımsız hale geldi, tüm konstitüsyonel semptomlar ortadan kalktı. Ancak ruxolitinib tedavisinin 6. ayında hasta akut myeloblastik lösemiye (AML) transfore oldu. Ve AML tedavisinin 1. ayında hasta kaybedildi. Bu olgu splenektomi yapılmış bir hastada ruxolitinib etkisini gösteren ilk olgudur.
A 67-year-old male patient who was diagnosed with primary myelofibrosis 4 years ago did not respond to conventional therapies. The splenomegaly progressively increased, which caused spleen infarctions and led to the decision to perform a splenectomy procedure. After splenectomy, the patient started treatment with ruxolitinib. In the first month of ruxolitinib treatment, the patient became transfusion-free and all constitutional symptoms disappeared. However, in the sixth month of ruxolitinib treatment, the disease transformed to acute myeloblastic leukemia, and the patient died 1 month later. This is the first case report that shows the effects of ruxolitinib in a splenectomized patient.

LETTER TO EDITOR
13.Thiopurine S-Methyltransferase and Methylenetetrahydrofolate Reductase Polymorphisms in Leukemia
Serhan Küpeli
doi: 10.4274/tjh.2015.0001  Pages 184 - 185
Abstract | Full Text PDF

14.Platelet Levels of High- and Mega-Dose Methylprednisolone Treatment in Acute Immune Thrombocytopenia
Ali Ayçiçek
doi: 10.4274/tjh.2014.0436  Pages 186 - 187
Abstract | Full Text PDF

15.Gaucher Disease and Gaucher Cells
Sevgi Gözdaşoğlu
doi: 10.4274/tjh.2015.0043  Pages 187 - 188
Abstract | Full Text PDF

16.Terbinafine and Neutropenia
İrfan Yavasoğlu
doi: 10.4274/tjh.2014.0486  Page 189
Abstract | Full Text PDF

17.Multiple Myeloma and Alkaline Phosphatase
İrfan Yavaşoğlu, Gürhan Kadıköylü, Zahit Bolaman
doi: 10.4274/tjh.2014.0495  Pages 189 - 190
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
18.Disseminated Histoplasmosis in an Immunocompetent Host Presenting as Pancytopenia with Bilateral Adrenal Masses
Smeeta Gajendra, Bhawna Jha, Tushar Sahni, Shalini Goel, Vimarsh Raina, Ritesh Sachdev
doi: 10.4274/Tjh.2014.0084  Pages 191 - 192
Abstract | Full Text PDF

19.Promyelocytic Blastic Crisis in Chronic Myeloid Leukemia During Imatinib Treatment
Federico Angriman, Maria Nelly Gutierrez Acevedo, Maria Sol Rossi, Alberto Daniel Gimenez Conca, Victoria Otero, Jorge Alberto Arbelbide, Hernán Michelángelo
doi: 10.4274/tjh.2014.0211  Pages 193 - 194
Abstract | Full Text PDF