E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 26 (2)
Volume: 26  Issue: 2 - 2009
Hide Abstracts | << Back
EDITORIAL
1.From the editor
Aytemiz Gürgey
Page 46
Abstract | Full Text PDF

REVIEW
2.Acute promyelocytic leukemia and differentiation therapy: molecular mechanisms of differentiation, retinoic acid resistance and novel treatments
Bülent Özpolat
Pages 47 - 61
Son 10 yıl içerisinde, all-trans retinoik asidin (ATRA) bir akut miyeloid lösemi (AML) tipi olan akut promiyelositik lösemi (APL) tedavisinde kullanılmaya başlanması, kanser tedavisinde kökten değişiklik yapmış ve diferansiyasyon tedavisi kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur. A vitamininin (retinol) fizyolojik bir metaboliti olan ATRA, APL’li hastaların yaklaşık %90’ında tam klinik remisyonları (KR) indükler. Sitotoksik kemoterapötiklerin tersine, ATRA, APL’li hastalarda kemik iliği hipoplazisi oluşumunu veya sık oluşan ölümcül hemorajik sendromların alevlenmesini önleyerek, seçici bir şekilde promiyelositik lösemik hücrelerin normal granülositlere terminal diferansiyasyonunu indükler. Buna rağmen, sadece ATRA tarafından indüklenen remisyonlar geçicidir ve çoğunlukla hastalar tedaviye direnç kazanırlar, bu da pek çok hastada hastalığın nüksüne neden olur; bu nedenle, ATRA’ nın tek ajan olarak kullanımı sınırlı hale gelir. Bu nedenle, ATRA halen antrasiklin bazlı kemoterapi ile kombine haldedir ve bu rejim sadece kemoterapi kullanımı ile karşılaştırıldığında, hastaların yaklaşık %70’ini iyileştirerek, hasta sağkalımını önemli ölçüde arttırmaktadır. Buna rağmen, APL hastalarının halen %30’unda hastalık nüks etmekte ve 5 yıl içerisinde ölüm gerçekleşmektedir. Son zamanlarda, arsenik trioksit (As2O3)’ in, sadece ATRA tedavisi ve klasik kemoterapiden sonra nükseden APL hastalarında değil, aynı zamanda, primer APL hastalarında da KR’leri indüklemede yüksek oranda etkili olduğu ispatlanmıştır. ATRA’nın yazılı kanıtlara dayanan klinik etkinliğine rağmen, ATRA direncinin gelişmesinden sorumlu olan moleküler mekanizmalar tam olarak anlaşılmamıştır. İnvitro ve klinik gözlemlere dayanarak, ATRA’nın hızlanmış metabolizmasının indüksiyonu, azalmış olan biyoyararlanım ve plazma ilaç düzeyleri dahil çeşitli mekanizmalar, PML-RARα’nın ATRA-bağlayan domain yapısında nokta mutasyonu ve diğer moleküler olaylar ATRA direncini açıklamak üzere öne sürülmüştür. Bu derlemede, APL’de ATRA direncinin üstesinden gelmek için, ATRA ile-indüklenmiş miyeloid hücre farklılaşmasının, direncin ve yeni klinik yaklaşımların moleküler mekanizmalarını ele alacağım.
Incorporation of all-trans-retinoic acid (ATRA) into the treatment of acute promyelocytic leukemia (APL), a type of acute myeloid leukemia (AML), revolutionized the therapy of cancer in the last decade and introduced the concept of differentiation therapy. ATRA, a physiological metabolite of vitamin A (retinol), induces complete clinical remissions (CRs) in about 90% of patients with APL. In contrast to the cytotoxic chemotherapeutics, ATRA can selectively induce terminal differentiation of promyelocytic leukemic cells into normal granulocytes without causing bone marrow hypoplasia or exacerbation of the frequently occurring fatal hemorrhagic syndromes in patients with APL. However, remissions induced by ATRA alone are transient and the patients commonly become resistant to the therapy, leading to relapses in most patients and thus limiting the use of ATRA as a single agent. Therefore, ATRA is currently combined with anthracycline-based chemotherapy, and this regimen dramatically improves patient survival compared to chemotherapy alone, curing about 70% of the patients. However, 30% of APL patients still relapse and die in five years. Recently, arsenic trioxide (As2O3) was proven to be highly effective in inducing CRs not only in APL patients relapsed after ATRA treatment and conventional chemotherapy but also in primary APL patients. Despite the well-documented clinical efficacy of ATRA, molecular mechanisms responsible for development of ATRA resistance are not well understood. Based on in vitro and clinical observations, several mechanisms, including induction of accelerated metabolism of ATRA, decreased bioavailability and plasma drug levels, point mutations in the ATRA-binding domain of promyelocytic leukemia (PML)-retinoic acid receptor-alpha (RARα) and other molecular events have been proposed to explain ATRA resistance. In this review, the molecular mechanisms of ATRA-induced myeloid cell differentiation and resistance are discussed, together with novel clinical approaches to overcome ATRA resistance in APL.

RESEARCH ARTICLE
3.Premarital hemoglobinopathy screening in Kocaeli, Turkey: a crowded industrial center on the north coast of Marmara Sea
Nazan Sarper, Vijdan Şenkal, Fatih Güray, Özcan Şahin, Jülide Bayram
Pages 62 - 66
AMAÇ: Evlilik öncesi hemoglobinopati taraması hemoglobinopati kontrol programının önemli bir parçasıdır. Bu çalışma Kocaeli’deki hemoglobinopati sıklığına ilişkin ilk rapordur.
YÖNTEMLER: Çalışma Haziran 2005-Aralık 2008 dönemini kapsamaktadır. Sağlık Bakanlığının ve İl Sağlık Müdürlüğünün hemoglobinopati kontrol programı kapsamında evlenecek çiftlerin kanları nikah işlemleri için başvuruları sırasında alınmıştır. Tam kan sayımları ve hemoglobin varyant analizleri otomatik sayıcı ve yüksek basınçlı sıvı kromotografisi tekniği ile çalışılmıştır. Anormal hemoglobin taşıyıcılarına genetik danışma verilmiştir.
BULGULAR: Toplam 88888 kişi taranmıştır. β –thalasemi taşıyıcılığı sıklığı % 0.89, orak hücreli anemi taşıyıcılığı sıklığı % 0.05, yüksek riskli çift oranı %0.01 bulunmuştur.
SONUÇ: Kocaeli ilinde β –thalasemi ve orak hücreli anemi taşıyıcılığı sıklığı oldukça düşüktür. Sıklık kuzey ve doğu Anadoludaki oranları ve Kocaeli’ye bu bölgelerden olan göçü yansıtmaktadır. Bu hastalıklardaki kronik transfüzyon gereksinimi, şelazyonun yüksek maliyeti, organ hasarları, ağrılı krizler ve diğer krizler, kök hücre naklinin ancak dokusu uyumlu kardeşi olan sınırlı sayıda hastaya yapılabilmesi, evlilik öncesi tarama çalışmalarının Kocaeli gibi taşıyıcılık oranlarının düşük olduğu bölgelerde de gerekli olduğunu düşündürmektedir.
OBJECTIVE: Premarital hemoglobinopathy screening is one of the important procedures of hemoglobinopathy control program. This is the first report about the prevalence of hemoglobinopathies in Kocaeli.
METHODS: Study covered screening from July 2005 to the end of the December 2008. Under the auspices of the Ministry of Health and Regional Health authorities blood samples of the couples were obtained during admission to the wedding office. Complete blood counts and hemoglobin variant analysis were performed with automatic counter and high pressure liquid chromotography technique. A genetic counseling was given to carriers of abnormal hemoglobins.
RESULTS: A total of 88888 people were screened. The frequency of β -thalassemia trait and sickle cell anemia trait were 0.89% and 0.05% respectively. The frequency of high risk couples was 0.01%.
CONCLUSION: The prevalence of β -thalassemia trait and sickle cell anemia trait was quite low as a reflection of the frequency of eastern and northern Anatolia and migration to Kocaeli from these geographic regions. Although frequency is low, chronic transfusion requirement, high cost of chelating, organ damage, painful crisis and other crisis, availability of stem cell transplantation for a limited number of patients with compatible sibling donors justify premarital screening studies even in less prevalent regions as Kocaeli.

4.Utility of daily catheter-drawn blood cultures to predict catheter-related bacteremia in hematopoietic stem cell transplanted patients
Maria Velasco, Montserrat Rovira, Josep Mensa, Manel Almela, Enric Carreras
Pages 67 - 71
AMAÇ: Hangi bakteriyel kateter kolonizasyonunun sonuçta kan dolaşımı enfeksiyonuna yol açabileceğini belirleyecek tanısal bir araç mevcut değildir. Kateterden alınan seri kan kültürlerinde daha hızlı üremenin veya tekrarlı pozitifliğin, ateşin başlangıcından önce, kateter ile ilişkili bakteriyeminin (KİB) habercisi olabileceği tahmin edilmektedir.
YÖNTEMLER: Prospektif gözlemsel bir pilot çalışma tasarladık. Hematopoietik kök hücre nakli (HKHN) yapılan tüm hastalar 10 ayı aşkın bir süre boyunca prospektif olarak çalışmaya dahil edildi. Kateterden günlük kan kültürü alındı. Her kan kültürü için üreme zamanı ve bakteriyel izolasyon kaydedildi. Hızlı üreme görülen bir kan kültürü (pozitif <12 saat) veya ardışık 4 gün içinde en az 2 pozitif özdeş kültür, KİB riski için belirteç olarak tanımlandı. Bu belirtecin KİB öngörmedeki değeri araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 82 hasta (843 kateter günü) dahil edildi. Kültürde hızlı üreme veya tekrarlı özdeş kültürler 20 hastada mevcuttu, bu hastalardan 15’i KİB klinik kriterlerine sahipti. Kültürlerinde hızlı üreme görülmeyen veya tekrarlı özdeş kültürlere sahip olmayan 62 hasta arasında 11’i KİB klinik kriterlerine sahipti. Bu nedenle, tanımlanan risk belirteci için, pozitif prediktif değer %75, negatif prediktif değer %82, sensitivite %70 ve spesifite %91 idi. Ateşin başlangıcından önce kateter ile ilişkili bir bakteriyemi olgusunu belirlemek için 62 kan kültürü gerekli idi.
SONUÇ: Hematopoietik kök hücre nakli yapılan hastalarda kateter ilişkili bakteriyemiyi öngörmek için kateterden rutin alınan kan kültürlerinin kullanımı, yararlı bir araç gibi görünmemektedir.
OBJECTIVE: There is no diagnostic tool to identify which bacterial catheter colonization may eventually result in bloodstream infection. We speculated that a faster growth or repeated positivity of serial blood cultures drawn from the catheter might herald catheter-related bacteremia (CRB) before the onset of fever.
METHODS: We designed a prospective observational pilot study. All patients who underwent hematopoietic stem cell transplantation (HSCT) were prospectively included in the study over 10 months. Daily catheter-drawn blood cultures (DBC) were performed. We recorded the growth time of each blood culture and bacterial isolation. A fast-growing blood culture (positive <12 hours) or at least 2 positive identical cultures within 4 consecutive days in the DBC were defined as a marker of risk for CRB. The value of this marker to predict CRB was investigated.
RESULTS: A total of 82 patients (843 days of catheter) were included in the study. Fast- growing or repeated identical cultures were present in 20 patients; among them, 15 had clinical criteria of CRB. Among 62 patients without fast-growing or repeated identical cultures, 11 met the criteria of CRB. Consequently, for the defined marker of risk, the positive predictive value was 75%, negative predictive value 82%, sensitivity 70%, and specificity 91%. Sixty-two blood cultures were needed to detect one case of CRB prior to the onset of fever.
CONCLUSION: The use of routinely drawn catheter-blood cultures does not seem to be a useful tool for predicting CRB in HSCT patients.

5.Serum Erythropoietin Levels in Pediatric Hematologic Disorders and Impact of Recombinant Human Erythropoietin Use
Mualla Çetin, Sule Unal, Fatma Gumruk, Aytemiz Gurgey, Çiğdem Altay
Pages 72 - 76
AMAÇ: Anemik hastalarda, aneminin şiddeti ve serum eritropoetin (sEpo) düzeyleri arasındaki korelasyon bilinmektedir. Ancak, anemiye yol açan farklı hastalık gruplarında, benzer hemoglobin seviyelerinde farklı sEpo değerleri ölçülmektedir ve bu durumun nedeni bilinmemektedir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada 31 demir eksikliği anemisi (DEA), 26 Fanconi anemi (FA), 21 talasemi intermedia (TI), 15 yeni tanı akut lenfoblastik lösemi hastası (ALL) ile 12 sağlıklı kontrolün hemoglobin ve sEpo değerleri ölçülmüştür.
BULGULAR: Bütün hastalık gruplarında hemoglobin ve logaritmik sEpo seviyeleri arasında ters lineer bir ilişki gösterilmiştir. Kovaryans analizinde düzeltilmiş hemoglobine göre en yüksek sEpo değerleri FA grubunda ölçülürken, bunu sırasıyla ALL, TI ve DEA grupları takip etmiştir.
SONUÇ: Fanconi anemili hastaların sEpo seviyelerine androgen kullanımının istatistiksel olarak anlamlı bir etkisinin olmaması androjenin eritropoezi doğrudan uyardığına ve eritropoetin üzerinden gelişen eritropoeze etkisi olmadığına bir işaret etmektedir. Sonuçlar bu hastalık gruplarında eritropoetin eksikliğinin olmadığına işaret etmekte ve egzojen eritropoetin kullanımının yararsız olacağını göstermektedir.
OBJECTIVE: In anemic patients, the correlation between serum erythropoietin (sEpo) level and the severity of anemia has been reported previously. However, in different anemia groups, different sEpo levels are measured in patients with similar hemoglobin levels and the etiology of this situation could not be explained.
METHODS: We evaluated hemoglobin and sEpo levels in 31 iron deficiency anemia, 26 Fanconi anemia (FA), 21 thallasemia intermedia (TI), 15 acute lymphoblastic leukemia (ALL) patients at presentation and 12 healthy controls.
RESULTS: In all disease groups, an inverse linear correlation was shown between hemoglobin and logarhytmic sEpo level. The covariance analyses according to corrected hemoglobin levels exhibited the highest sEpo level in FA, followed by ALL, TI and iron deficiency anemia, sequentialy.
CONCLUSION: There was no statisticaly significant difference of sEpo levels in FA patients in terms of androgen treatment and this finding supports that androgen affects erythropoisis directly, and has no effect on erythropoietin. The results indicate that there is no erythropoietin deficiency in the anemia of these patients and the admnistration of exogenous erythropoietin offers no clinical benefit.

6.Influence of cholesterol on shape parameters of erythrocytes in hyperglycemic subjects
Babu Narayanan
Pages 77 - 81
AMAÇ: Değişik seviyelerde hiperglisemiye sahip normo- ve hiper-kolesterollü diyabetik hastalardan elde edilmiş kan örneklerinde eritrositlerin morfolojik değişikliklerini belirledik ve sonuçları sağlıklı bireylerin hücreleriyle karşılaştırdık.
YÖNTEMLER: Şekil analizi, eritrosit görüntülerinin işlenmesiyle ölçülen, ve tahmini alan, çevre ve form faktörünü baz alan şekil belirleyicileri ile yapıldı. Normal bireylerden ve normo- ve hiper-kolesterol seviyelerine sahip glisemik bireylerden kan yaymaları yapıldı. Görüntüler kenar güçlendirme, eşikleme, filtreleme, sınır çıkarma, yapı analizi ve tanıma gibi görüntü işleme tekniklerinden sonra şekil analizinde kullanıldı.
BULGULAR: Normal kolesterol seviyesine sahip diyabetik bireylerin eritrositlerindeki değişiklikleri belirleyen şekil parametreleri, normal hücrelerin şeklinden anlamlı bir sapma gösterdi. Hiperkolesterol seviyesine sahip diyabetik hastaların hücreleri normal kolesterollü hücrelerden daha fazla sapma gösterdi.
SONUÇ: Bu değişiklikler, agregasyonun artmasına ve eritrositlerin şekil değiştirebilme özelliğinde bir düşüşe yol açar ve böylece mikro dolaşım ile ilgili komplikasyonlar artar.
OBJECTIVE: We determined the morphological changes of erythrocytes in blood samples of diabetic patients with varying levels of hyperglycemia with normo- and hyper-cholesterol concentrations and compared them with cells of healthy subjects.
METHODS: The shape analysis was carried out by shape descriptors based on projected area, perimeter and form factor, as measured by the processing of erythrocyte images. Blood smears were collected from normal subjects and from glycemic subjects with normo- and hyper-cholesterol levels. After image processing techniques like edge enhancement, thresholding, filtering, contour extraction, and pattern analysis and recognition, the images were used for shape analysis.
RESULTS: The shape parameters, which quantified the changes in erythrocytes in diabetic subjects with normal cholesterol level, showed significant deviation from the shape of normal cells. Cells of diabetic subjects with hyper-cholesterol level showed more deviation than cells with normal cholesterol.
CONCLUSION: These changes lead to hyper aggregation and to a decrease in deformability of erythrocytes and hence increase microcirculatory complications.

7.Role of cytosolic calcium and actin polymerization on agonist-induced secretion by the platelets of liver cirrhosis patients
Annie-jeyachristy Sam, Geetha Arumugam, Surendran Rajagopal, Arulprakash Sarangapani, Jeevan Kumar Subburayan
Pages 82 - 89
AMAÇ: Sirozun başlıca komplikasyonlarından biri trombosit aktivasyon bozukluğu ile ilişkili olan varis kanamasıdır. Bu araştırmada, karaciğer sirozu olan hastalardan izole edilen trombositlerin, hemostaz için prokoagülan salınımında önemli bir süreç olan, sekretuvar kapasitesini belirledik. Ayrıca, in vitro olarak agonistle uyarılan trombositlerdeki sitosolik kalsiyumdaki (Ca2+) eş zamanlı değişiklikleri ve aktinin polimerizasyon durumunu da araştırdık. Bu çalışmanın amacı, karaciğer sirozunda trombositlerin sekretuvar fonksiyonunun aktin polimerizasyonunun seviyesinden ve sitosolik Ca2+ seviyesindeki değişikliklerden etkilenip etkilenmediğini değerlendirmekti.

YÖNTEMLER: Trombositler in vitro olarak kollajen ile aktive edildi ve sekretuvar cevap çeşitli zaman aralıklarında trombosit süspansiyonunun hücre dışı sıvısına salınan nükleotid, serotonin, pirofosfat (PPi) ve inorganik fosfat (Pi) seviyeleri ile değerlendirildi. Salınım boyunca, aktin polimerizasyonundaki değişimler, sitosolik Ca2+ seviyesindeki değişikliklerle eş zamanlı olarak izlendi.

BULGULAR: İstirahat halindeki trombositlerdeki bazal serotonin seviyesi hem kanaması olan hem de kanaması olmayan bireylerde normal kişilerle karşılaştırıldığında anlamlı olarak düşüktü. Adenin nükleotidlerin seviyesi kanaması olan bireylerde anlamlı olarak düşüktü. Sirotik trombositlerin sekretuvar kapasitesi düşük olduğu bulundu ve düşük seviyelerdeki aktin polimerizasyonu ve sitosolik Ca2+ ile ilişkili olabilirdi. Kanaması olan bireylerin trombositlerindeki değişimler kanaması olmayan bireylerle karşılaştırıldığında anlamlı derecede yüksekti.

SONUÇ: Sirozda trombositlerin bozuk sekretuvar aktivitesi, kısmen trombosit şekil değişikliği ve prokoagülanların salınımı için gerekli olan, globüler aktinin filamentöz aktine polimerizasyonunun düşük olmasına bağlı olabilir. Sitosolik Ca2+ seviyesi aktin polimerizasyonunu ve böylece agonistlere karşı trombosit sekretuvar cevabını etkiliyor gibi görünmektedir.

OBJECTIVE: Variceal bleeding in cirrhosis is mainly due to platelet activation defect and secondary to coagulation defects. Secretion is an important process which release procoagulants for hemostasis. In the present investigation we have evaluated the secretory function of platelets in liver cirrhosis and also the simultaneous changes in cytosolic calcium (Ca2+) and the polymerization of actin in agonist- stimulated platelets in vitro.

METHODS: Liver cirrhotic patients with (n=27) or without (n=23) bleeding complication were included in the study. Control subjects (n=50) were also utilized for the study to compare the analytical data. Platelets were activated by collagen in vitro and the secretory response was assessed by the levels of nucleotides, serotonin, pyrophosphate (PPi) and inorganic phosphate (Pi) secreted into the extracellular fluid of the platelet suspension at various time intervals. During the course of secretion the alteration in the polymerization of actin was monitored simultaneously with the changes in the cytosolic Ca2+ level.

RESULTS: The secretory response of platelets to collagen was significantly low in both bleeders and non-bleeders when compared to that of normal subjects. During secretion, low level of actin polymerization and cytosolic Ca2+ level were observed in the platelets of bleeders than in non-bleeders and normal subjects. The low secretory capacity of cirrhosis platelets could be correlated with low levels of actin polymerization and cytosolic Ca2+. The alterations were highly significant in the platelets of bleeders when compared to those of non-bleeders.

CONCLUSION: The defective secretory activity of platelets in cirrhosis bleeders might be partly due to low polymerization of G-actin to F-actin which is required for platelet shape change and for the release of procoagulants. Cytosolic Ca2+ level seems to influence actin polymerization and thereby impairs platelet secretory response to agonists in cirrhosis patients with bleeding complication.


CASE REPORT
8.The association of bladder myeloid sarcoma and unclassified myelodysplastic/myeloproliferative disease
Mehmet Sonmez, Ümit Çobanoğlu, Sevdagül Mungan, Bircan Sönmez, Rasin Özyavuz
Pages 90 - 92
Myeloid sarkom mesanede nadir görülen bir hastalıktır. Bu vaka takdiminde hematüri ile başvuran ve 2 ay önce sınıflandırılamayan myeloproliferatif/myelodisplastik hastalık tanısı almış 71 yaşında erkek hastada mesanede diffüz tutulum ile seyreden myeloid sarkom tanımlandı. Hastanın batın ultrasonografisi ve tomografisi normal olup, tanısal amaçlı sistoskopide hiperemik ve ödemli bir mukoza izlendi. Alınan mukozal örneklerin histopatolojik incelemesinde immünhistokimyasal olarak myeloperoksidaz ile boyanma gösteren blastik hücreler saptandı. Sınıflandırılamayan myeloproliferatif/myelodisplastik hastalık ile kitle olmaksızın mesanede granulositik sarkom izlenen ilk vaka olarak tanımlandı ve literatür eşliğinde tartışıldı.
Myeloid sarcoma of urinary bladder is a rare disorder. We report a 71-year old man with hematuria. He was also under follow up for unclassified myeloproliferative/ myelodysplastic disorder, diagnosed 2 months ago. Abdominal ultrasonography and computed tomography findings were normal. Diagnostic cystoscopy revealed patchy areas of mucosal swelling with hyperemia. Histopathological examination of biopsies demonstrated a neoplasm composed of blasts showing myeloperoxidease positivity by immunohistochemistry. To our knowledge, current case is the first case of myeloid sarcoma without evidence of a mass lesion in the urinary bladder with a concurrent diagnosis of myelodysplastic /myeloproliferative disease, unclassifiable.

9.Hyperfibrotic myelodysplastic syndrome: a report of three cases from north India
Prasenjit Das, Deepali Jain, Reena Das, Gurjeevan Garewal
Pages 93 - 96
Yaygın fibrozis miyelodisplastik sendromlarda (MDS) belirgin şekilde nadir görülmektedir. Biz burada üç nadir hiperfibrotik MDS olgusunu bildiriyoruz. Bu antite, değişken klinik tablo ve kötü prognozu nedeniyle kronik miyeloproliferatif hastalıklar (KMPH)-MDS grubu içinde ayrı olarak sınıflandırılmalıdır.
Extensive fibrosis in myelodysplastic syndromes (MDS) is distinctly infrequent. Herein, we report three rare cases of hyperfibrotic MDS. This entity should be classified separately in the chronic myeloproliferative disease (CMPD)-MDS group due to variable clinical presentation and poor prognosis.

10.Acute myeloid leukemia following radioactive iodine therapy for papillary carcinoma of the thyroid
Jain Ankit, Premalata C. S., Saini K. S., Bapsy P. P., Sajeevan K. V., Tejinder Singh, Ullas Batra, Babu Govind, Lokanatha Dasappa, Suresh Atilli, Permeshwar R.
Pages 97 - 99
Radyoaktif iyot (RAİ) tedavisi tiroid malignitelerinin yönetiminde önemli bir rol oynamaktadır. Lösemi, radyoaktif tedavinin çok nadir bir komplikasyonudur. 100mCi altındaki dozların lösemiye neden olduğunu bildiren çok az olgu raporu vardır. Biz, 80 mCi RAİ ile tedavi edilen ve sonrasında akut miyeoid lösemi gelişen bir tiroid papiller karsinom olgusunu bildiriyoruz. Bu nedenle uygulanan RAİ dozuna bakılmaksızın, RAİ ile tedavi gören bütün tiroid karsinomlu hastaların periyodik hematolojik tetkikleri yapılmalıdır.
Radioactive iodine (RAI) therapy plays an important role in the management of thyroid malignancies. Leukemia is a very rare complication of radioactive therapy. There are very few case reports with doses below 100 mCi causing leukemia. We report a case of papillary carcinoma of the thyroid treated with 80 mCi RAI who later developed acute myeloid leukemia. Thus, all patients with thyroid carcinoma treated with RAI should undergo periodic hematological examinations irrespective of RAI dose.

LETTER TO EDITOR
11.Compound heterozygosity for Hb D-Punjab / β-thalassemia and blood donation: case report
Stamatia Theodoridou, Michael Alemayechou, Parthena Perperidou, Clio Sinopoulou, Theano Karafoulidou, Georgia Kiriakopoulou
Pages 100 - 101
Abstract | Full Text PDF

12.Leishmaniasis in Yemeni children
Şinasi Özsoylu
Page 102
Abstract | Full Text PDF

13.Premarital and antenatal screening of Hb-Los Angeles
Şinasi Özsoylu
Page 103
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
14.Gingival and lip hypertrophy induced by cyclosporin A treatment in an aplastic anemia patient
Illias Tazi
Page 104
Abstract | Full Text PDF