E-ISSN: 1308-5263
Turk J Hematol: 34 (1)
Volume: 34  Issue: 1 - 2017
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Current Review of Iron Overload and Related Complications in Hematopoietic Stem Cell Transplantation
Erden Atilla, Selami K. Toprak, Taner Demirer
doi: 10.4274/tjh.2016.0450  Pages 1 - 9
Demir yüklenmesi, hematopoietik kök hücre nakli (HKHN) yapılan hastalarda görülen olumsuz prognostik göstergedir. Pretransplant ve erken posttransplant ferritin ve transferrin satürasyonlarının yüksekliği, transfüzyon ihtiyacına bağlıdır. Posttransplant demir yüklenmesi; enfeksiyonlar, hepatik sinüzoidal obstrüksiyon sendromu, mukozit, karaciğer disfonksiyonu ve akut graft versus host hastalığı ile ilişkili olarak bulunmuştur. Hiperferritinemi, pre ve posttransplant sağkalım oranlarında düşüklüğe neden olur. Demir yüklenmesinin tanısında serum ferritin düzeyleri, magnetik rezonans görüntüleme ve karaciğer biyopsisi kullanılır. Demir yüklenmesine bağlı organ disfonksiyonu yüksek mortalite oranlarıyla ilişkilidir ve bu durumda yeterli demir şelasyon tedavisi önerilmektedir. Bu derlemede erişkin HKHN’de demir yüklenmesine yaklaşım tartışılmıştır.
Iron overload is an adverse prognostic factor for patients undergoing hematopoietic stem cell transplantation (HSCT). In the HSCT setting, pretransplant and early posttransplant ferritin and transferrin saturation were found to be highly elevated due to high transfusion requirements. In addition to that, post-HSCT iron overload was shown to be related to infections, hepatic sinusoidal obstruction syndrome, mucositis, liver dysfunction, and acute graft-versus-host disease. Hyperferritinemia causes decreased survival rates in both pre- and posttransplant settings. Serum ferritin levels, magnetic resonance imaging, and liver biopsy are diagnostic tools for iron overload. Organ dysfunction due to iron overload may cause high mortality rates and therefore sufficient iron chelation therapy is recommended in this setting. In this review the management of iron overload in adult HSCT is discussed.

RESEARCH ARTICLE
2.Changing Treatment May Affect the Predictive Ability of European Treatment Outcome Study Scoring for the Prognosis of Patients with Chronic Myeloid Leukemia
Jing Huang, Leyan Wang, Lu Chen, He Qun, Xu Yajing, Chen Fangping, Zhao Xielan
doi: 10.4274/tjh.2016.0156  Pages 10 - 15
Amaç: Avrupa Tedavi İzlem Çalışması (EUTOS), Sokal ve Hasford skorlamalarının öngörüsel tahmin başarılarının karşılaştırıldığı çalışmalarda bilinmeyen nedenlerle tutarsız bulgular görülmektedir. Bu çalışma, kronik miyeloid lösemi (KML) hastalarının prognozunu tahmin edecek yararlı bir skorlama sistemi bulma ve skorlamayı etkileyen muhtemel faktörleri ortaya çıkartmak amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma geriye dönük hasta grubunda yapılmıştır. İmatinib tedavisi gören 234 Çinli kronik faz KML hastasında (birkaç hasta imatinib tedavisi öncesi kısa süreli hidroksiüre tedavisi almıştır) EUTOS tahmin skorları ve bu skorlamayı etkileyen faktörler incelenmiştir. Tedavi çıktılarını ve EUTOS skorlarının tahmin başarısını belirlemek amacıyla tüm izlem boyunca imatinib alan ve intolerans, ilerleme ya da tedavi başarısızlığı gibi nedenlerle farklı tedaviler alan hastalar, her skorlama sistemine göre değişik risk gruplarında sınıflandırılmıştır.
Bulgular: Takip sürecinde hastaların 61 tanesinde (%26) tedavi değişikliği olmuştur. EUTOS düşük ve yüksek risk gruplarında 5 yıllık genel sağkalım sırasıyla %94,6 ve %84,7 (p=0,011), hastalıksız sağkalım %95,3 ve %82,4 (p=0,001) ve progresyonsuz sağkalım %95,3 ve %77,6 (p=0,001) olarak bulunmuştur. EUTOS tahminleri, istatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber, Sokal ve Hasford skorlarından daha iyi görülmektedir (p=0,256, p=0,062, p=0,073). Her üç skorlama da erken optimal yanıtın değerlendirmesinde geçerli görülmektedir. Kaplan- Meier analizleri, standart doz imatinib kullanılan gruplarda, genel progresyonsuz sağkalım ve EUTOS skorları arasında yüksek anlamlılıkta bir ilişki göstermektedir (p<0,001).
Sonuç: Bu çalışma EUTOS skorlama tahmin sisteminin, standart-doz imatinib ile tedavi edilen kronik faz KML hastalarının yanıtlarının değerlendirmesinde uygun olduğunu göstermektedir. Tedavi değişikliği, EUTOS skorlamasının prognostik değerlendirme sonucunu etkileyen önemli bir faktördür. KML hastalarının prognoz tahminleri etkileyen bir diğer önemli faktör de 18. ayda tam sitogenetik yanıta ulaşılmasıdır.
Objective: Previous studies compared the predictive ability of the European Treatment Outcome Study (EUTOS), Sokal, and Hasford scoring systems and demonstrated inconsistent findings with unknown reasons. This study was conducted to determine a useful scoring system to predict the prognosis of patients with chronic myeloid leukemia (CML) and identify the probable factors that affect the scoring.
Materials and Methods: This is a retrospective cohort study. The predictive ability of EUTOS and the factors that affect scoring were analyzed in 234 Chinese chronic-phase CML patients treated with frontline imatinib, including a few patients temporarily administered hydroxyurea for cytoreduction before imatinib. Patients were stratified into different risk groups according to each scoring system to assess the treatment outcomes and the predictive ability of EUTOS scores between patients who received imatinib during the entire followup period and patients who received altered treatment because of intolerance, progression, and treatment failure.
Results: Sixty-one (26.0%) patients received altered treatments during the follow-up. In the EUTOS low- and high-risk groups, the 5-year overall survival was 94.6% and 84.7% (p=0.011), 5-year eventfree survival was 92.6% and 77.6% (p=0.001), and 5-year progressionfree survival (PFS) was 95.3% and 82.4% (p=0.001), respectively. The predictive ability of EUTOS was better than that of the Sokal and Hasford scores (p=0.256, p=0.062, p=0.073) without statistical significance. All three scoring systems were valid in predicting early optimal response. Kaplan-Meier analysis showed a high association between overall PFS and the EUTOS scores in the standard-dose imatinib group (p<0.001).
Conclusion: This study suggests that the EUTOS scoring system could predict the outcome of chronic-phase CML patients treated with standard-dose imatinib. Altered treatment is a crucial factor that affects the prognostic impact of EUTOS scoring. Achieving complete cytogenetic response at 18 months is an essential factor in predicting the prognosis of patients with CML.

3.Allogeneic Transplantation In Chronic Myeloid Leukemia And The Effect Of Tyrosine Kinase Inhibitors On Survival, A Quasi-Experimental Study
Mehmet Özen, Celalettin Üstün, Bengi Öztürk, Pervin Topçuoğlu, Mutlu Arat, Mehmet Gündüz, Erden Atilla, Gülşen Bolat, Önder Arslan, Taner Demirer, Hamdi Akan, Osman İlhan, Meral Beksaç, Günhan Gürman, Muhit Özcan
doi: 10.4274/tjh.2015.0346  Pages 16 - 26
Amaç: Tirozin kinaz inhibitörleri (TKİ) kronik myeloid lösemide (KML) allojenik hematopoetik kök hücre nakli (AHKHN) endikasyonlarını değiştirdi. Bu nedenle de biz KML’de TKİ’nin AHKHN üzerine etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Bu öncesi-sonrası çalışmasında KML’li hastalarda TKİ öncesi dönem (yıl <2002) ve TKİ sonrası dönem (yıl ≥2002) arasında hasta, hastalık ve nakil karakteristikleri ile AHKHN sonuçlarını kıyasladık. Toplamda 193 AHKHN, 1989 ve 2012 arasında yapıldı.
Bulgular: TKİ sonrası dönemdeki hastalar, TKİ öncesi döneme göre nakil sırasında daha ileri hastalığa (kronik faz 1’den ileri) sahipti ve daha sık azaltılmış yoğunluklu hazırlık rejimi aldı. Relaps/progresyon ≥2002 grupta <2002 grubundan daha fazlaydı (5 yıllık %32’ye karşın %48; p=0,01); bununla birlikte toplam sağkalım (TS) bu iki grupta benzerdi (5-yıllık-sağkalım sırasıyla %50,8’e karşın %59,5; p=0,3). TKİ tedavisi (verici lenfosit infüzyonu ile birlikte veya tek başına) AHKHN sonrası relaps tedavisinde TKİ sonrası dönemde mevcuttu ve artmış TS ile ilişkiliydi. AHKHN sonrası 3. aydaki hematolojik remisyon oranları TKİ dönemleri arasında benzer iken; remisyonda olan hastalar daha iyi hastalıksız sağkalıma (HsS) [Göreceli risk (GR): 0,15; %95 güven aralığı (GA): 0,09-0,24; p<0,001] ve TS’ye sahipti (GR: 0,14; %95 GA: 0,09- 0,23; p<0,001). Erkek AHKHN alıcılarının HsS (GR: 1,7; %95 GA: 1,2- 2,5; p=0,007) ve TS’leri (GR: 1,7; %95 GA: 1,1-2,6; p=0,02) kadınlardan daha kötüydü.
Sonuç: TKİ, KML’de AHKHN sonrası relapsın tedavisinde etkin bir seçenektir. AHKHN sonrası hematolojik remisyon da KML hastalarında sağkalımda önemli bir faktördür.
Objective: Tyrosine kinase inhibitors (TKIs) have changed the indications for allogeneic hematopoietic stem cell transplantation (allo-HSCT) in chronic myeloid leukemia (CML). Therefore, we aimed to evaluate the effect of TKIs on allo-HSCT in CML.
Materials and Methods: In this quasi-experimental study, we compared patient, disease, and transplantation characteristics as well as allo-HSCT outcomes between the pre-TKI era (before 2002) and the post-TKI era (2002 and later) in patients with CML. A total of 193 allo- HSCTs were performed between 1989 and 2012.
Results: Patients in the post-TKI era had more advanced disease (>chronic phase 1) at the time of transplant and more frequently received reduced-intensity conditioning compared to patients in the pre-TKI era. Relapse/progression occurred more frequently in the year ≥2002 group than in the year <2002 group (48% vs. 32% at 5 years, p=0.01); however, overall survival (OS) was similar in these two groups (5-year survival was 50.8% vs. 59.5%, respectively; p=0.3). TKIs (with donor lymphocyte infusions or alone) for treatment of relapse after allo-HSCT were available in the post-TKI era and were associated with improved OS. While the rates of hematologic remission at 3 months after allo-HSCT were similar between TKI eras, patients having remission had better disease-free survival (DFS) [relative risk (RR): 0.15, confidence interval (CI) 95%: 0.09-0.24, p<0.001] and OS (RR: 0.14, CI 95%: 0.09-0.23, p<0.001). Male allo-HSCT recipients had worse DFS (RR: 1.7, CI 95%: 1.2-2.5, p=0.007) and OS (RR: 1.7, CI 95%: 1.1-2.6, p=0.02) than females.
Conclusion: TKIs are an effective option for the treatment of relapse after allo-HSCT in CML. Hematologic remission after allo-HSCT is also an important factor for survival in CML patients.

4.Multicenter Retrospective Analysis of Turkish Patients with Chronic Myeloproliferative Neoplasms
Nur Soyer, İbrahim C Haznedaroğlu, Melda Cömert, Demet Çekdemir, Mehmet Yılmaz, Ali Ünal, Gülsüm Çağlıyan, Oktay Bilgir, Osman İlhan, Füsun Özdemirkıran, Emin Kaya, Fahri Şahin, Filiz Vural, Güray Saydam
doi: 10.4274/tjh.2016.0005  Pages 27 - 33
Amaç: Polisitemia vera (PV), esansiyel trombositemi (ET) ve primer miyelofibrozu (PMF) içeren kronik miyeloproliferatif neoplaziler (KMPN), bir ya da birden fazla serinin klonal proliferasyonu ile karakterize Philadelphia kromozomu negatif olan malignitelerdir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de KMPN’li hastaların demografik özellikleri, hastalık karakteristikleri, tedavi stratejileri ve yaşam oranlarını belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Türkiye’nin her yanından 9 merkez çalışmaya katıldı. Biz geriye dönük olarak ET’li 390, PV’li 213 ve PMF’li 105 hasta olmak üzere toplam 708 KMPN’li hastanın verisini değerlendirdik.
Bulgular: JAK-2 mutasyonu PV’li hastaların %86’sında, ET’li hastaların %51,5’inde ve PMF’li hastaların %50,4’ünde pozitif bulundu. Tanıda tromboz ve kanama, PV’li hastaların sırasıyla %20,6 ve %7,5’inde, ET’li hastaların %15,1 ve %9’unda ve PMF’li hastaların %9,5 ve %10,4’ünde saptandı. Altı yüz sekiz hasta (%85,9) sitoredüktif tedavi almıştı. En sık kullanılan ilaç hidroksiüre (%89,6) idi. Lösemik ve fibrotik transformasyon sıklığı %0,6 ve %13,2 idi. 10 yıllık hesaplanan toplam sağkalım PV, ET ve PMF hastalarında sırasıyla %89,7, %85 ve %82,5 idi. 10 yıllık toplam sağkalım açısından ET, PV ve PMF hastalarında anlamlı fark yoktu.
Sonuç: Sonuçlarımız, PMF hastalarının yüksek sağkalımı hariç literatürle benzerdir. Hidroksiüre ülkemizdeki en sık kullanılan sitoredüktif ajandır. Bizim çalışmamız, Türk KMPN hastalarının demografik özelliklerini, hastaların karakteristiklerini, tedavilerini ve sağkalım oranlarını yansıtmaktadır.
Objective: Chronic myeloproliferative neoplasms (CMPNs) that include polycythemia vera (PV), essential thrombocythemia (ET), and primary myelofibrosis (PMF) are Philadelphia-negative malignancies characterized by a clonal proliferation of one or several lineages. The aim of this report was to determine the demographic features, disease characteristics, treatment strategies, and survival rates of patients with CMPNs in Turkey.
Materials and Methods: Across all of Turkey, 9 centers were enrolled in the study. We retrospectively evaluated 708 CMPN patients’ results including 390 with ET, 213 with PV, and 105 with PMF.
Results: The JAK2V617F mutation was found positive in 86% of patients with PV, in 51.5% of patients with ET, and in 50.4% of patients with PMF. Thrombosis and bleeding at diagnosis occurred in 20.6% and 7.5% of PV patients, 15.1% and 9% of ET patients, and 9.5% and 10.4% of PMF patients, respectively. Six hundred and eight patients (85.9%) received cytoreductive therapy. The most commonly used drug was hydroxyurea (89.6%). Leukemic and fibrotic transformations occurred at rates of 0.6% and 13.2%. The estimated overall survival in PV, ET, and PMF patients was 89.7%, 85%, and 82.5% at 10 years, respectively. There were no significant differences between survival in ET, PV, and PMF patients at 10 years.
Conclusion: Our patients’ results are generally compatible with the literature findings, except for the relatively high survival rate in PMF patients. Hydroxyurea was the most commonly used cytoreductive therapy. Our study reflects the demographic features, patient characteristics, treatments, and survival rates of Turkish CMPN patients.

5.TP53 Staining in Tissue Samples of Chronic Lymphocytic Lymphoma Cases: An Immunohistochemical Survey of 51 Cases
İbrahim Kulaç, Çetin Demir, Yahya Büyükaşık, Tezer Kutluk, Aysegül Üner
doi: 10.4274/tjh.2016.0115  Pages 34 - 39
Amaç: Kronik lenfositik lösemi (KLL) erişkin bireylerde en sık görülen lenfoproliferatif hastalıktır. Bu çalışmanın amacı KLL tanısı almış hastaların doku örneklerindeki proliferasyon merkezlerinin yaygınlığı ve p53 ekspresyonu ile prognozları arasında bağlantı olup olmadığını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma kapsamında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Patoloji Anabilim Dalı’nda 2000-2013 yılları arasında KLL tanısı almış 51 hastanın 54 biyopsi örneği yeniden değerlendirilmiştir. Hastaların klinik ve demografik verileri hasta veri tabanından elde edilmiştir. Yapılan incelemede biyopsi örneklerinde proliferasyon merkezlerinin tüm biyopsi alanına oranı (PM/TBA) yarı niceleyici olarak değerlendirilmiş ve seçilen temsili bloklardan elde edilen kesitlerde immünohistokimyasal yöntemle p53 ekspresyonuna bakılmıştır.
Bulgular: Hastalar Rai evrelerine göre düşük ve yüksek olmak üzere iki gruba ayrıldığında düşük evreli hastaların genel sağkalım sürelerinin yüksek evreli hastalara göre daha uzun olduğu görülmüştür (p=0,030). Ancak, proliferasyon merkezi oranı veya p53 ekspresyon düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki gösterilememiştir.
Sonuç: Çalışmamıza dahil edilen hasta grubunda PM/TBA oranı ve p53 immünpozitifliginin sağkalım ile ilişkisi olmadığı görülmüştür.
Objective: Chronic lymphocytic leukemia (CLL) is the most common lymphoproliferative disease in adults. The aim of this study is to find out if the extent of proliferation centers or the immunohistochemical expression of p53 is related to disease prognosis.
Materials and Methods: In the scope of this study, 54 biopsy specimens from 51 patients (50 of lymph nodes; the others of spleen, tonsil, orbit, and liver) diagnosed with CLL at the Hacettepe University Department of Pathology in 2000-2013 were reevaluated. The clinical and demographic data of the patients were obtained from our patient database. Biopsy samples were assessed semi-quantitatively for the percentage of proliferation center/total biopsy area (PC/TBA) and an immunohistochemical study was performed on representative blocks of tissues for p53 expression.
Results: When the patients were divided into two categories according to Rai stage as high and low (stages 0, 1, and 2 vs. stages 3 and 4), it was seen that patients with low Rai stage had a better prognosis than those with high stages (p=0.030). However, there was no statistically significant correlation between overall survival and PC/TBA ratio or p53 expression levels.
Conclusion: In our cohort, PC/TBA ratio and immunopositivity of p53 did not show correlations with overall survival.

6.Evaluation of Endocrine Late Complications in Childhood Acute Lymphoblastic Leukemia Survivors: A Report of a Single-Center Experience and Review of the Literature
Cengiz Bayram, Neşe Yaralı, Ali Fettah, Fatma Demirel, Betül Tavil, Abdurrahman Kara, Bahattin Tunç
doi: 10.4274/tjh.2015.0332  Pages 40 - 45
Amaç: Akut lenfoblastik lösemili (ALL) hastalardaki sağ kalım oranlarının artışı, tedavi sonrası ortaya çıkan morbidite ve mortalite problemlerinin takip edilme ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Çalışmamızda, en az iki yıldır remisyonda olan ALL’li hastalarda, tedavi sonrası ortaya çıkabilecek endokrin komplikasyonların değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: ALL tanısı ile tedavi almış ve tedavisi üzerinden en az iki yıl geçmiş ve remisyonda olan 60 hastada endokrin geç komplikasyonlar kesitsel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların tanı aldıkları andaki median yaşları 5 yıl (minimum-maksimum: 1,7-13), kemoterapi sonlandırıldığı andaki median yaşları 8 yıl (minimum-maksimum: 4,25-16), çalışma sırasındaki median yaşları ise 11,7 yıl (minimum-maksimum: 7-22) olarak tespit edildi. Hastaların tedavi sonrası median takip süresi ise 4 yıl (minimum-maksimum: 2-10,1) idi. Hastaların %81,6’sında en az bir endokrin komplikasyon geliştiği görüldü. D vitamini eksikliği/ yetersizliği (%46,6), obezite/fazla kiloluluk (%33,3) ve dislipidemi (%23,3) en sık gelişen üç komplikasyon olarak tespit edildi. D vitamini eksikliğine sekonder gelişen hiperparatiroidi (%15), insülin direnci (%11,7), hipertansiyon (%8,3), boy kısalığı (%6,7), tiroid fonksiyon bozukluğu (%5), puberte prekoks (%3,3) ve azalmış kemik mineral yoğunluğu (%1,7) gelişen diğer endokrin komplikasyonlardı. Hastalarda gelişen endokrin komplikasyonlar arasında cinsiyet, yaş, radyoterapi bakımından farklılık saptanmaz iken, D vitamini yetersizliği/eksikliği saptanan hasta sayısı pubertal grupta, prepubertal gruba göre anlamlı derecede fazlaydı (%57,5 ve %25, sırasıyla, p=0,011).
Sonuç: Çalışmamızda yüksek oranda endokrin komplikasyon saptandı. Bu komplikasyonlar, geç yan etkilerin ortaya çıkmasına neden olabilecek yüksek risk özellikleri ve sıklığı tanımlayabilmek, erken tanı ve önleyici stratejileri geliştirmek açısından hastaların uzun dönem izlenmelerini gerektirmektedir.
Objective: Improvement in long-term survival in patients with acute lymphoblastic leukemia (ALL) in childhood has led to the need for monitorization of treatment-related morbidity and mortality. In the current study, we aimed to evaluate endocrine side effects of treatment in ALL survivors who were in remission for at least 2 years.
Materials and Methods: Sixty patients diagnosed with ALL, who were in remission for at least 2 years, were cross-sectionally evaluated for long-term endocrine complications.
Results: The median age of the patients at the time of diagnosis, at the time of chemotherapy completion, and at the time of the study was 5 years (minimum-maximum: 1.7-13), 8 years (minimummaximum: 4.25-16), and 11.7 years (minimum-maximum: 7-22), respectively, and median follow-up time was 4 years (minimummaximum: 2-10.1). At least one complication was observed in 81.6% of patients. Vitamin D insufficiency/deficiency (46.6%), overweight/ obesity (33.3%), and dyslipidemia (23.3%) were the three most frequent endocrine complications. Other complications seen in our patients were hyperparathyroidism secondary to vitamin D deficiency (15%), insulin resistance (11.7%), hypertension (8.3%), short stature (6.7%), thyroid function abnormality (5%), precocious puberty (3.3%), and decreased bone mineral density (1.7%). There were no statistically significant correlations between endocrine complications and age, sex, and radiotherapy, except vitamin D insufficiency/deficiency, which was significantly more frequent in pubertal ALL survivors compared to prepubertal ALL survivors (57.5% and 25%, respectively, p=0.011).
Conclusion: A high frequency of endocrine complications was observed in the current study. The high frequency of late effects necessitates long-term surveillance of this population to better understand the incidence of late-occurring events and the defining of high-risk features that can facilitate developing intervention strategies for early detection and prevention.

7.FLAG Regimen with or without Idarubicin in Children with Relapsed/Refractory Acute Leukemia: Experience from a Turkish Pediatric Hematology Center
Şebnem Yılmaz Bengoa, Eda Ataseven, Deniz Kızmazoğlu, Fatma Demir Yenigürbüz, Melek Erdem, Hale Ören
doi: 10.4274/Tjh.2015.0411  Pages 46 - 51
Amaç: Nüks/refrakter akut lösemili (AL) çocuklarda daha yüksek sağkalımı sağlayabilecek en uygun tedavi yaklaşımı halen bilinmemektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu hasta grubunda etkin olduğu iyi bilinen ve yakın zamanda geliştirilmiş bazı ilaçlara ulaşımda güçlük yaşanmaktadır. Biz relaps/refrakter akut lenfoblastik lösemili ve akut miyeloid lösemili çocuklarda idarubisin (İDA) eklenmiş veya eklenmemiş, fludarabin, yüksek doz sitarabin ve granülosit koloni stimüle edici faktör (FLAG tedavisi) kombinasyonunun etkinliğini değerlendirdik.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Eylül 2007 ve Mayıs 2015 arasında merkezimizde izlenen, İDA eklenmiş veya eklenmemiş FLAG tedavisi verilen, 18 relaps/refrakter AL’li çocuk dahil edilmiştir. Birincil sonlanım noktası kemoterapi sonrası alınan kemik iliği örneğinin remisyon durumu ve ikinci sonlanım noktası ise hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) sonrası sağkalım süresi olarak belirlenmiştir.
Bulgular: Çocukların yedisinde (%38,8) ilk siklus, toplam olarak sekizinde (%42,1) ise ikinci siklus sonrasında tam remisyon (TR) elde edildi. TR’deki tüm hastalara HKHN yapıldı. Kombinasyon tedavisine IDA eklenmiş olan hastalarda TR oranı %28,6, İDA eklenmemiş olanlarda %50 idi (p=0,36). HKHN yapılmış hastalarda ortalama sağkalım süresi 24,7±20,8 ay (minimum-maksimum: 2-70, medyan: 25 ay), yapılmamış olanlarda 2,7±1,64 ay (minimum-maksimum: 0-5, medyan: 3 ay) idi. Bu hastaların beşi (%27,7) halen sağ ve TR’dedir. Yaşayan hastaların median izlem süresi 33 ay (minimum-maksimum: 25-70 ay) idi.
Sonuç: IDA eklenmiş veya eklenmemiş FLAG tedavisi nüks/refrakter AL’li çocukların %27,7’sinde 24 aydan daha uzun süreli sağkalım sağlamıştır ve gelişmekte olan ülkelerde HKHN öncesi tedavi seçeneği olarak önerilebilir.
Objective: The optimal therapy to achieve higher rates of survival in pediatric relapsed/refractory acute leukemia (AL) is still unknown. In developing countries, it is difficult to obtain some of the recent drugs for optimal therapy and mostly well-known drugs proven to be effective are used. We assessed the efficacy of the combination of fludarabine, high-dose cytarabine, and granulocyte colonystimulating factor (FLAG regimen) with or without idarubicin (IDA) in children with relapsed/refractory acute lymphoblastic leukemia and acute myeloid leukemia.
Materials and Methods: Between September 2007 and May 2015, 18 children with refractory/relapsed AL attending our center, treated with a FLAG regimen with or without IDA, were included. The primary end point was the remission status of the bone marrow sampled after the first/second course of chemotherapy. The second end point was the duration of survival after hematopoietic stem cell transplantation (HSCT).
Results: Complete remission (CR) was achieved in 7 patients (38.8%) after the first cycle, and at the end of the second cycle the total number of patients in CR was 8 (42.1%). All patients in CR underwent HSCT. The CR rate in patients who had IDA in combination therapy was 28.6%, and it was 50% in patients treated without IDA (p=0.36). Mean survival duration in transplanted patients was 24.7±20.8 months (minimum-maximum: 2-70, median: 25 months), and it was 2.7±1.64 months (minimum-maximum: 0-5, median: 3 months) in nontransplanted patients. Five of them (27.7%) were still alive at the end of the study and in CR. The median time of follow-up for these patients was 33 months (minimum-maximum: 25-70 months).
Conclusion: FLAG regimens with or without IDA produced a CR of >24 months in 27.7% of children with relapsed/refractory AL and can be recommended as therapeutic options prior to HSCT in developing countries.

8.Red Blood Cell Transfusions in Greece: Results of a Survey of Red Blood Cell Use in 2013
Serena Valsami, Elisavet Grouzi, Abraham Pouliakis, Leontini Fountoulaki - Paparisos, Elias Kyriakou, Maria Gavalaki, Elias Markopoulos, Ekaterini Kontopanou, Ioannis Tsolakis, Argyrios Tsantes, Alexandra Tsoka, Anastasia Livada, Vassiliki Rekari, Niki Vgontza, Dimitra Agoritsa, Marianna Politou, Stavros Nousis, Aspasia Argyrou, Ekaterini Manaka, Maria Baka, Maria Mouratidou, Stavroula Tsitlakidou, Konstantinos Malekas, Dimitrios Maltezos, Paraskevi Papadopoulou, Vassiliki Pournara, Ageliki Tirogala, Emmanouil Lysikatos, Sousanna Pefani, Konstantinos Stamoulis
doi: 10.4274/tjh.2016.0188  Pages 52 - 58
Amaç: Avrupa’daki kan bileşenlerini en çok tüketen ülkeler arasında Yunanistan ikinci sıradadır. Etkili bir transfüzyon sistemi için ve transfüzyon uygulamasının değişkenliğini azaltmak için kanıta dayalı transfüzyon kılavuzlarını uygulayarak kan yönetimi stratejilerini incelemek ve izlemek gereklidir. Çalışmamız, Yunanistan’da doğru kan transfüzyon yönetimine katkıda bulunmak için, ülke çapında ölçek eşleştirme parametrelerinde eritrosit süspansiyonu (ES) kullanımını değerlendirmek amacıyla yürütülmüştür.
Gereç ve Yöntem: Anket, Ocak-Aralık 2013 tarihleri arasında Hellenic Hematoloji topluluğunun, Transfüzyon Tıbbı ve Aferez Çalışma Komitesi tarafından yürütülmüştür. Toplanan veriler, ABO/D kan grubu, hasta bölümleri ve transfüze edilen ES depolama yaşını içermektedir.
Bulgular: 2013 yılında Yunanistan’da transfüzyon yapılan 583,457 ES’nin, ES sayısı 103,702 (%17,77) idi. Hastanedeki bölümlerde transfüze edilen ES (ortalama oran) şöyleydi: Cerrahi %29,34, Dahiliye %29,48, Onkoloji/Hematoloji %14,65, Talasemi %8,87, Yoğun bakım ünitesi %6,55, Nefroloji %1,78, Kadın Hastalıkları ve Doğum %1,46, Yenidoğan ve Çocuk bölümü %0,31, Özel Hastaneler %8,57. ABO/D kan grubuna göre ES dağılımıysa şöyleydi: A: %39,02, B: %12,41, AB: %5,16, O: %43,41, D+: %87,99, D-: %12,01. ES’nin çoğunluğu (%62,46) depolamanın ilk 15 günü, 16 ile 28 günleri arası %25,24’ü ve 29 ile 42 gün arasında ise %12,28’i, transfüze edildi.
Sonuç: Eritrosit transfüzyonlarında merkezler arası yüksek değişkenliğe rağmen, en fazla transfüzyon yapılan hasta grubunu cerrahi ve dahili tıp hastaları oluşturmaktaydı, dahili tıp hastalarında transfüzyon oranları daha yüksekti. ES’nin çoğunluğu depolamanın ilk 15 gününde transfüze edildi; bu da muhtemelen kan depolamadaki yetersizliğinin sonucunda taze kan kullanımına yol açtı. Transfüzyon aktivitesinin standartları, kan ürünlerinin uygun olmayan kullanımını azaltmaya, bakım maliyetini düşürmeye ve gönüllü vericilerin hediye kullanımını optimize etmeye yardımcı olabilir.
Objective: Greece is ranked as the second highest consumer of blood components in Europe. For an effective transfusion system and in order to reduce variability of transfusion practice by implementing evidence-based transfusion guidelines it is necessary to study and monitor blood management strategies. Our study was conducted in order to evaluate the use of red blood cell units (RBC-U) in nationwide scale mapping parameters that contribute to their proper management in Greece.
Materials and Methods: The survey was conducted by the Working Committee of Transfusion Medicine&Apheresis of the Hellenic Society of Hematology from January to December 2013. The collected data included the number, ABO/D blood group, patients’ department, and storage age of RBC-U transfused.
Results: The number of RBC-U evaluated was 103,702 (17.77%) out of 583,457 RBC-U transfused in Greece in 2013. RBC-U transfused by hospital department (mean percentage) was as follows: Surgery 29.34%, Internal Medicine 29.48%, Oncology/Hematology 14.65%, Thalassemia 8.87%, Intensive Care Unit 6.55%, Nephrology 1.78%, Obstetrics/Gynecology 1.46%, Neonatal&Pediatric 0.31%, Private Hospitals 8.57%. RBC-U distribution according to ABO/D blood group was: A: 39.02%, B: 12.41%, AB: 5.16%, O: 43.41%, D+: 87.99%, D-: 12.01%. The majority of RBC-U (62.46%) was transfused in the first 15 days of storage, 25.24% at 16 to 28 days, and 12.28% at 29-42 days.
Conclusion: Despite a high intercenter variability in RBC transfusions, surgical and internal medicine patients were the most common groups of patients transfused with an increasing rate for internal medicine patients. The majority of RBC-U were transfused within the first 15 days of storage, which is possibly the consequence of blood supply insufficiency leading to the direct use of fresh blood. Benchmarking transfusion activity may help to decrease the inappropriate use of blood products, reduce the cost of care, and optimize the use of the voluntary donor’s gift.

9.The Clinical Significance of Schistocytes: A Prospective Evaluation of the International Council for Standardization in Hematology Schistocyte Guidelines
Elise Schapkaitz, Michael Halefom Mezgebe
doi: 10.4274/tjh.2016.0359  Pages 59 - 63
Amaç: Periferk kan yaymasında (PKY) ≥%1 şistosit varlığı trombotik mikroanjiopati (TMA) tanısı için önemli bir kriterdir. Şistositlerin raporlanması Hematoloji Standardizasyon Uluslararası Komitesi [International Council for Standardization in Hematology (ICSH)] tarafından standardize edilmiştir. Kılavuzların mevcudiyetine rağmen, şistositlerin değerlendirmesi yine de subjektif kalmaktadır. Son zamanlarda, otomatize fragmente eritrosit (FE) parametresi değerlendirilmektedir. Ne var ki, lokal çalışmalar mevcut değildir.
Gereç ve Yöntem: ICSH önerilerini değerlendirmek için, Charlotte Maxeke Johannesburg Akademik Hastanesi’nde şistosit saptanan 146 PKY’da şistosit ölçümünü değerlendiren prospektif bir çalışma gerçekleştirildi. Şistositler mikroskop ve ADVIA 2120 otomatize hematoloji analizörü ile değerlendirildi.
Bulgular: Şistositler, TMA (n=76), enfeksiyon (n=20), hematolojik malignite (n=10), renal yetmezlik (n=5) ve hemoglobinopati (n=15) hastalarında ve yenidoğanlarda (n=11) sıklıkla izlendi. Tüm TMA’lı hastaların (n=76) PKY’lerinde şistositler 3,44±1,84 ortalama ile ≥%1 idi. Şistositler ayrıca renal yetmezlik ve hemoglobinopati olguları ve yenidoğanlarda ≥%1 olarak izlendi. Bu durumlarda, şistositler çoğunlukla ılımlı eritrosit değişiklikleri ile ilişkili olarak gözlendi. İki morfolojist arasındaki anlaşma 0,63 [güven aralığı (GA): 0,52-0,75] korelasyon katsayısı verirken, morfolojistlerin ortalaması ve FE yüzdesi arasındaki korelasyon katsayısı -1.97 (GA: -1,60 - -2,34) idi. ADVIA 2120 ile TMA’lı hastalarda şistosit sayısı daha düşük ölçüldü.
Sonuç: ICSH tarafından önerilen standardize prosedürlerin uygulanması ile gözlemci önyargısı azaltılabilir. Ne var ki, tarama aracı olarak ADVIA 2120 analizörü ile şistosit ölçümü daha ileri değerlendirme gerektirmektedir. Trombotik trombositopenik purpurada, şistositlerin ≥%1 olduğu diğer durumlardan bu hematolojik acili ayırt etmek için daha yüksek bir şistosit eşik değeri önerilmektedir.
Objective: The presence of ≥1% schistocytes on a peripheral blood smear (PBS) is an important criterion for the diagnosis of thrombotic microangiopathy (TMA). The reporting of schistocytes has been standardized by the International Council for Standardization in Hematology (ICSH). Despite the availability of guidelines, however, the assessment of schistocytes remains subjective. More recently, the automated fragmented red cell (FRC) parameter has been evaluated. However, local studies are not available.
Materials and Methods: A prospective study was performed at the Charlotte Maxeke Johannesburg Academic Hospital in order to evaluate the ICSH recommendations for schistocyte measurement in 146 PBSs with schistocytes. Schistocytes were evaluated by microscopy and ADVIA 2120 automated hematology analyzers.
Results: Schistocytes were frequently observed in patients with TMA (n=76), infection (n=20), hematologic malignancy (n=10), renal failure (n=5), and hemoglobinopathy (n=15), and in neonates (n=11). Schistocytes were ≥1% in all PBSs with TMA (n=76) with a mean of 3.44±1.84. Schistocytes of ≥1% were also observed in cases of renal failure and hemoglobinopathy, and in neonates. In these conditions, schistocytes were mainly observed in conjunction with moderate red blood cell changes. The agreement between two morphologists gave a correlation coefficient of 0.63 [confidence interval (CI): 0.52-0.75], while the correlation coefficient between the average of the morphologists and the FRC percentage was -1.97 (CI: -1.60 to -2.34). The ADVIA 2120 underestimated the schistocyte count in patients with TMA.
Conclusion: Observer bias can be decreased by implementing the standardized procedures recommended by the ICSH. However, estimation of schistocytes by the ADVIA 2120 analyzer requires further evaluation as a screening tool. A higher threshold for schistocytes in thrombotic thrombocytopenic purpura is recommended to distinguish this hematological emergency from other conditions associated with ≥1% schistocytes.

10.Generation of Platelet Microparticles after Cryopreservation of Apheresis Platelet Concentrates Contributes to Hemostatic Activity
İbrahim Eker, Soner Yılmaz, Rıza Aytaç Çetinkaya, Aysel Pekel, Aytekin Ünlü, Orhan Gürsel, Sebahattin Yılmaz, Ferit Avcu, Uğur Muşabak, Ahmet Pekoğlu, Zerrin Ertaş, Cengizhan Açıkel, Nazif Zeybek, Ahmet Emin Kürekçi, İsmail Yaşar Avcı
doi: 10.4274/tjh.2016.0049  Pages 64 - 71
Amaç: Son on yıl içerisinde, dondurulup saklanan trombositlerin özellikle travma hastalarında kullanımı ile ilgili önemli bir bilgi birikimi oluşmuştur. Bununla birlikte bu çalışmalarda trombositlerin morfolojik ve fonksiyonel değişikliklerinden çok az bahsedilmektedir. Son zamanlarda dondurulup saklanan trombositlerin aktive olarak trombosit kaynaklı mikropartikül (TKM) oluşumu ve trombosit kaynaklı büyüme faktörü (TKBF) salınımı ile sonuçlanan prokoagulan membran değişiklikleri olduğu saptanmıştır. Çalışmamızda dondurulup saklanan trombositlerin canlılıkları, TKM ve TKBF düzeyleri incelenerek trombin olumuyla ilişkileri değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: Yirmi bağışçıdan alınan aferez trombosit süspansiyonları (ATS) bir gün bekletildikten sonra %6 dimetil sülfoksid ile dondurularak -80 °C’de bir gün saklandı. Trombositler eritildikten sonra 20 mL. otolog, plazma ile seyreltildi ve alınan örneklerden incelemeler yapıldı.
Bulgular: Dondurulup çözülmüş ATS’lerdeki TKM seviyeleri tazeATS’lerdekinden anlamlı düzeyde daha yüksekti (2763±399,4/μL ve 319,9±80,5/μL; p<0,001). Dondurulup çözülmüş ATS’lerdeki PDGF seviyeleri de taze ATS’lerdekinden anlamlı düzeyde daha yüksekti (550,9±73,6 pg/mL ve 96,5±49 pg/mL; p<0,001). Bununla birlikte dondurulup çözülmüş ATS’lerin canlılıkları taze ATS’lere göre anlamlı düzeyde düşüktü (68,2±13,7% ve 94±7,5%, p<0,001). Dondurulup çözülmüş ATS’lerin ortalama endojen thrombin potensiyelleri (ETP) taze ATS’lerinkinden istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (3406,1±430,4 nM.min ve 2757,6±485,7 nM.min, p<0,001). Ayrıca ETP ile TKM düzeyleri arasında istatiksel olarak anlamlı zayıf pozitif korelasyon mevcuttu (r=0,192, p=0,014).
Sonuç: Çalışmamızdaki sonuçlar dondurulup çözüldükten sonra ATS’lerdeki trombositlerin canlılıklarında önemli düzeyde azalma olsa da, daha erken ve daha yüksek trombin oluşumunun gerçekleştiğini ve bunun da dondurma işlemi sonrası anlamlı düzeyde artan TKM’ler ile ilişkili olarak meydana geldiğini göstermektedir. Dondurma işlemi ile trombositlerde hasarlanmalar meydana gelmektedir ve dondurulmuş trombositlerin in vivo kullanımlarının taze trombositlere göre üstünlüğü ile ilgili bilimsel kanıtlar yetersizdir. Bu sebeple dondurulmuş trombosit süspansiyonlarının travma şartlarında kullanılmalarının ve taze trombosit süspansiyonlarının ise kan bankalarında, profilaktik kullanım amacıyla bulundurulmalarının daha uygun olacağı değerlendirilmiştir.
Objective: In the last decade, substantial evidence has accumulated about the use of cryopreserved platelet concentrates, especially in trauma. However, little reference has been made in these studies to the morphological and functional changes of platelets. Recently platelets have been shown to be activated by cryopreservation processes and to undergo procoagulant membrane changes resulting in the generation of platelet-derived microparticles (PMPs), platelet degranulation, and release of platelet-derived growth factors (PDGFs). We assessed the viabilities and the PMP and PDGF levels of cryopreserved platelets, and their relation with thrombin generation.
Materials and Methods: Apheresis platelet concentrates (APCs) from 20 donors were stored for 1 day and cryopreserved with 6% dimethyl sulfoxide. Cryopreserved APCs were kept at -80 °C for 1 day. Thawed APCs (100 mL) were diluted with 20 mL of autologous plasma and specimens were analyzed for viabilities and PMPs by flow cytometry, for thrombin generation by calibrated automated thrombogram, and for PDGFs by enzyme-linked immunosorbent assay testing.
Results: The mean PMP and PDGF levels in freeze-thawed APCs were significantly higher (2763±399.4/μL vs. 319.9±80.5/μL, p<0.001 and 550.9±73.6 pg/mL vs. 96.5±49 pg/mL, p<0.001, respectively), but the viability rates were significantly lower (68.2±13.7% vs. 94±7.5%, p<0.001) than those of fresh APCs. The mean endogenous thrombin potential (ETP) of freeze-thawed APCs was significantly higher than that of the fresh APCs (3406.1±430.4 nM.min vs. 2757.6±485.7 nM.min, p<0.001). Moreover, there was a significant positive poor correlation between ETP levels and PMP levels (r=0.192, p=0.014).
Conclusion: Our results showed that, after cryopreservation, while levels of PMPs were increasing, significantly higher and earlier thrombin formation was occurring in the samples analyzed despite the significant decrease in viability. Considering the damage caused by the freezing process and the scarcity of evidence for their in vivo superiority, frozen platelets should be considered for use in austere environments, reserving fresh platelets for prophylactic use in blood banks.

11.Rituximab Therapy in Adults with Refractory Symptomatic Immune Thrombocytopenia: Long-Term Follow-Up of 15 Cases
Fehmi Hindilerden, Ipek Yönal Hindilerden, Mustafa Nuri Yenerel, Meliha Nalçacı, Reyhan Diz Küçükkaya
doi: 10.4274/tjh.2016.0086  Pages 72 - 80
Amaç: Çalışmamızda rituksimab ile tedavi edilen refrakter semptomatik immün trombositopeni (İTP) tanılı 15 olgunun (13 kadın ve 2 erkek) uzun süreli izlemi sonucundaki [ortalama ± SD (standart deviasyon) süresi: 89,7±19,4 ay] verileri incelenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Rituksimab haftada bir 375 mg/m2 dozunda toplam 4 doz uygulanmıştır. Tam yanıt (TY) trombosit sayısının ≥100,000/mm3 olması ve parsiyel yanıt (PY) trombosit sayısının ≥30,000/mm3 olması fakat 100,000/mm3’ün altında olması olarak tanımlanmıştır. Erken yanıt (EY) ve geç yanıt (GY) ise sırasıyla rituksimab başlangıcından 42 gün içinde ve 42 gün sonra yanıt elde edilmesi olarak tanımlanmıştır. Sürekli yanıt (SY), yanıtın en az 6 ay sürmesi olarak tanımlanmıştır.
Bulgular: Rituksimab tedavisinin başladığı sırada ortalama yaş (±SD) 46,6±11,3 yıldır. Rituksimab tedavisi öncesinde ortalama trombosit sayısı (±SD) 17,400±8878/mm3’dür. Erken ve geç yanıt edilen olgularda rituksimab başlangıcı ile yanıta kadar geçen ortalama süre (±SD) sırasıyla 1,8±1,3 hafta ve 10±2,8 hafta olarak saptanmıştır. EY ve GY elde edilen olgularda ortalama yanıt süresi sırasıyla 51±47,2 ay ve 6±4,2 aydır. On beş olgunun 7’sinde (%46,7) rituximab tedavisine başlangıçta yanıt elde edilmiştir (5 EY, 2 GY). SY oranı %26,7’dir (4/15). Rituksimab tedavisine yanıt veren olgular arasında 3’ü (3/7, %42,9) yanıtını bir yıldan fazla ve 2’si (2/7, %28,6) yanıtını 5 yıldan fazla sürdürmüştür. Yedi olgunun ikisi (%28,6) rituksimab başlangıcından 98 ay sonra halen yanıtını korumaktadır. Başlangıçta yanıt veren 5 olgunun hepsi relaps sonrasında ardışık tedavilere yanıt vermiştir (3 TY, 2 PY).
Sonuç: Çalışmamız uzun bir gözlem sonucunda kronik refrakter primer İTP olgusunda rituksimab tedavisinin güvenilir ve etkili olduğunu desteklemektedir.
Objective: This paper prospectively evaluates the long-term followup [mean ± standard deviation (SD) duration: 89.7±19.4 months] data of 15 patients (13 females and 2 males) with refractory symptomatic immune thrombocytopenia (ITP) treated with rituximab.
Materials and Methods: Rituximab was administered at 375 mg/m2 weekly for a total of 4 doses. Complete response (CR) was defined as a platelet count of ≥100,000/mm3 and partial response (PR) as a platelet count of ≥30,000/mm3 but less than 100,000/mm3. Early response (ER) and late response (LR) were defined as response within 42 days and after 42 days of initiation of rituximab therapy, respectively. Sustained response (SR) was defined as response lasting for at least 6 months.
Results: Mean age (±SD) at the start of rituximab was 46.6±11.3 years. Mean platelet count (±SD) prior to rituximab treatment was 17,400±8878/mm3. The mean time (±SD) between rituximab therapy and response to rituximab in early responders and late responders was 1.8±1.3 weeks and 10±2.8 weeks, respectively. Mean durations (±SD) of ER and LR were 51±47.2 months and 6±4.2 months, respectively. Seven of the 15 patients (46.7%) showed an initial response to rituximab (5 ER and 2 LR). The rate of SR over 6 months was 26.7% (4/15). Among the responders to rituximab, 3 (3/7, 42.9%) maintained their response 1 year after rituximab treatment and 2 (2/7, 28.6%) had ongoing response 5 years after initiation of rituximab. Two of the 7 patients (28.6%) still maintained their response 98 months after initiation of rituximab. All 5 initial responders with subsequent relapse achieved response from subsequent treatment modalities (3 CR, 2 PR).
Conclusion: Our data confirm, over a long period of observation, that rituximab is safe and effective in the management of patients with chronic refractory primary ITP.

12.Discrepancies in Lymphoma Diagnosis Over the Years: A 13-Year Experience in a Tertiary Center
Neval Özkaya, Nuray Başsüllü, Ahu Senem Demiroz, Nükhet Tüzüner
doi: 10.4274/tjh.2016.0344  Pages 81 - 88
Amaç: Geçmiş yıllarda, farklı birçok lenfoma sınıflandırma sisteminin yarattığı karmaşa nedeniyle doğru bir lenfoma tanısına ulaşmak tüm patologlar için uğraşı gerektirmekteydi. Dünya Sağlık Örgütü’nün lenfoma sınıflandırmasıyla birlikte lenfoma tanı ve sınıflamasına büyük ölçüde açıklık getirilmesine rağmen genel patologlar için doğru lenfoma tanısı hala bir uğraşı nedenidir. Bu çalışmanın amacı değişik merkezlerdeki tanı farklılıklarının zaman içinde azalıp azalmadığını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: 2000-2013 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı’na lenfoma tanı ve/veya şüphesi ile konsültasyona gönderilen tüm olgular çalışma kapsamına alındı. Lenfoma tanısında, konsültasyon merkezi ile tutarsızlık oranlarındaki değişimleri değerlendirmek amacı ile 2000-2008 ve 2009-2013 yılları arasındaki tanı tutarsızlık oranları karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma kapsamına giren 1824 hastada genel uyumsuzluk oranı %45,6 olup değişik histolojik alt tipler arasında önemli farklılıklar saptandı. Tanılar arasındaki tutarsızlık oranları 2000-2008 yılları arasında %51,3 iken 2009-2013 arasında %38,7’ye gerileyerek zaman içinde anlamlı ölçüde azalma gösterdi (p<0,0001) ancak hala çok yüksekti.
Sonuç: Özellikle 2009-2013 yılları arasında hala tanılar arasındaki tutarsızlık oranlarının yüksek oluşu, genel patologlar ve hematolog/ onkologların kolayca ulaşabilecekleri hematopatoloji konsültasyon merkezlerinin önemini vurgulamaktadır.
Objective: In the past, accurate diagnosis of lymphoma was challenging since there were multiple competing classification systems that caused confusion and debate. After establishment of the World Health Organization lymphoma classification, lymphomas still remain a diagnostic challenge among general pathologists. The purpose of this study was to examine whether the discordance among centers has declined over the years.
Materials and Methods: All lymphoma or lymphoma-suspected specimens that had been sent to the Cerrahpaşa Faculty of Medicine between 2000 and 2013 for a second opinion were deemed eligible. To evaluate the change in the discrepancy rates over time we compared the rates of revision between 2000-2008 and 2009-2013.
Results: A total of 1824 patients in two time periods met the inclusion criteria. The overall discordance rate was 45.6%. This rate showed significant variations between different histologic subtypes. Discordance rates also varied significantly over time and decreased from 51.3% in 2000-2008 to 38.7% in 2009-2013 (p<0.0001).
Conclusion: The high discordance rate, especially in the second period, indicates the need for easily accessible hematopathology consultation centers.

13.Hypogammaglobulinemia and Poor Performance Status are Predisposing Factors for Vancomycin-Resistant Enterococcus Colonization in Patients with Hematological Malignancies
Elif Gülsüm Ümit, Figen Kuloglu, Ahmet Muzaffer Demir
doi: 10.4274/tjh.2016.0108  Pages 89 - 92
Amaç: Vankomisin dirençli enterokok (VRE), sıklığı giderek artan ve tedavisi güç olan hastane kökenli enfeksiyon etkenlerindendir. Hastanede yatmak, geniş spektrumlu antibiyotiklerin kullanılması ve immünsüpresyon varlığı VRE kolonizasyonu için majör risk faktörlerindendir. Çalışmamızda VRE kolonizasyonu için önemli olabilecek risk faktörü ve hastaların özellikleri ile kolonizasyon arasındaki ilişkileri değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Ağustos 2012 ile Ağustos 2015 tarihleri arasında fakültemiz hematoloji kliniğinde yatan ve VRE anal kolonizasyonu saptanan 66 hasta çalışmaya alındı. VRE açısından düzenli sürveyans yapılmakta olduğundan VRE pozitifliği saptanan hastaların demografik verileri ve birincil hastalıklarına ilişkin veriler dosyalarından kayıt edildi.
Bulgular: Hastalar 19-95 yaş aralığında idi (ortalama: 55,99). Karnofsky ve Doğu Kooperatifi Onkoloji Grubu skorları VRE kolonizasyonu ile ilişkili bulundu (p<0,000 ve p<0,000), ancak yalnızca Karnofsky skoru lojistik regresyon analizi ile istatitiksel anlamlılık göstermekte idi. Akut lösemili hastaların hemen tümü antibiyotik altında iken (piperasilin-tazobaktam, seftazidim ve meropenem), miyelodisplastik sendrom, miyelom ya da selim hematolojik hastalar ile 2 lenfoma ve 1 kronik miyeloid lösemi hastası antibiyotik almakta idi. Antibiyotik kullanımı ve tanıdan bağımsız olarak ortalama kolonizasyon süresi 4,5 gün (3-11 gün) idi. VRE kolonize grupta %40,9 hastada nötropenik enterokolit gelişimi gözlenir iken kolonize olmayan hastaların yalnızca %1,7’sinde nötropenik enterokolit geliştiği gözlendi. VRE kolonize hastalardan 46’sında (%69,7) ve kolonize olmayan hastaların 27’sinde (%24,1) tanı sırasında hipogamaglobulinemi var iken bu hastalarda VRE kolonize grubun %50’sinin B hücre kökenli malinitesi olduğu gözlendi (lenfoma, miyelom ya da kronik lenfositik lösemi).
Sonuç: VRE kolonizasyonu, hematoloji/onkoloji kliniklerinde hızlı yayılan ve kontrol altına alınması güç bir problemdir. Hastaneye yatış sayısından ziyade, tanı sırasında hipogamaglobulinemi bulunması, performansın düşük olması ve remisyona girmemek kolonize olmaya ilişkin risk faktörüdür. Hematolojik maliniteler ve tedavileri seyrinde nötropenik eterokolit ve diyare gibi ciddi ve hayatı tehdit edici komplikasyonlar VRE kolonize olan hastalarda daha sıklıkla gözlenmiştir.
Objective: Vancomycin-resistant enterococci (VRE) are common pathogens of hospital-acquired infection. Long hospitalization periods, use of broadspectrum antibiotics, and immunosuppression are major risks for VRE colonization. We aimed to evaluate patients’ characteristics and factors that may contribute to VRE colonization.
Materials and Methods: Data of 66 patients with colonization and 112 patients without colonization who were hospitalized in the hematology clinic were collected. Hematological malignancies, preexisting gastrointestinal complaints, the presence of hypogammaglobulinemia at the time of diagnosis, complications like neutropenic enterocolitis (NEC), and Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) and Karnofsky performance statuses were recorded.
Results: Ages of the patients ranged between 19 and 95 years (mean: 55.99). Karnofsky and ECOG scores were statistically related to VRE colonization (p<0.000 and p<0.000), though only the Karnofsky score was significant based on logistic regression analysis. Almost all patients with acute leukemia (45 patients) had been on antibiotics (piperacillin-tazobactam, ceftazidime, and meropenem), while no patients with myelodysplastic syndrome, myeloma, or benign diseases and 2 patients with lymphoma and 1 with chronic myeloid leukemia were on antibiotics. Median time for colonization regardless of antibiotic use and diagnosis was 4.5 days (range: 3-11 days). In the VRE-colonized group, 40.9% of patients had NEC development, while in the non-colonized group, only 1.7% had NEC development. In the VRE-colonized group 46 patients (69.7%) and in the non-colonized group 27 patients (24.1%) had hypogammaglobulinemia at diagnosis; among these patients, 23 patients in the VRE-colonized group (50%) had a B-cell malignancy (lymphoma, myeloma, or chronic lymphocytic leukemia).
Conclusion: Besides already anticipated diseases like leukemia, B-cell malignancies are also at high risk for colonization. This proclivity may be attributed to lack of gastrointestinal IgA due to hypogammaglobulinemia. Prolonged hospitalization (>7 days) may also be accepted as a risk factor, independent of diagnosis or antibiotic use. Performance status is also an important factor for colonization, which may be related to poorer hygiene and increased external help.

14.Antibacterial Activities of Ankaferd Hemostat (ABS) on Shiga Toxin-Producing Escherichia coli and Other Pathogens Significant in Foodborne Diseases
Ahmet Koluman, Nejat Akar, İbrahim C. Haznedaroğlu
doi: 10.4274/tjh.2015.0073  Pages 93 - 98
Amaç: Ankaferd hemostat (Ankaferd Blood Stopper®, ABS) gamma fibrinojene etki ederek eritroid agregasyonuna neden olan farmakolojik modülasyondur. Topikal endoskopik ABS uygulaması gastrointestinal (Gİ) kanamalarda ve enfekte Gİ yaralarında etkili olmaktadır. Escherichia coli O157: H7, en sık karşılaşılan enterohemorajik Escherichia coli tipi olup sporadik veya salgınlar şeklinde hemorajik kolitin önemli bir etkenidir. Bu çalışmanın amacı ABS ile 6 farklı Shiga Toksijenik Escherichia coli serotipi (O26, O103, O104, O111, O145 ve O157) ve diğer önemli gıda kaynaklı patojenlerden Salmonella, Campylobacter ve Listeria monocytogenes üzerine etkisi değerlendirilmiştir.
Gereç ve Yöntem: Tüm patojenler hazırlanarak ABS’nin farklı miktarları uygulanmış ve antimikrobiyel etki izlenmiştir. Salmonella canlılığı floresan in situ hibridizasyon tekniği ile izlenmiştir.
Bulgular: ABS uygulamalarının sadece Escherichia coli O157 ve non- O157’ler üzerine değil aynı zamanda diğer patojenlerde de logaritmik azalma tetiklediği izlenmiştir. Bu çalışmada ABS ile farklı patojenler üzerine antibakteriyel etki gözlemlenmiştir.
Sonuç: Bu çalışma özellikle trombositopenik purpura, hemolitik üremik sendrom ve hemorajik kolit yönünden önemli Escherichia coli O157: H7’nin üzerine ABS’nin antimikrobiyel etkisi olduğunu belirleyen ilk çalışmadır. ABS uygulamalarının kolitis, enfeksiyon ve hemostaz ilişkisi daha ileri seviyede araştırılmalıdır.
Objective: Ankaferd hemostat (Ankaferd Blood Stopper®, ABS)- induced pharmacological modulation of essential erythroid proteins can cause vital erythroid aggregation via acting on fibrinogen gamma. Topical endoscopic ABS application is effective in the controlling of gastrointestinal (GI) system hemorrhages and/or infected GI wounds. Escherichia coli O157: H7, the predominant serotype of enterohemorrhagic E. coli, is a cause of both outbreaks and sporadic cases of hemorrhagic colitis. The aim of this study is to examine the effects of ABS on 6 different Shiga toxigenic E. coli serotypes including O26, O103, O104, O111, O145, and O157 and on other pathogens significant in foodborne diseases, such as Salmonella Typhimurium, Campylobacter jejuni, and Listeria monocytogenes, were also assessed.
Materials and Methods: All strains were applied with different amounts of ABS and antimicrobial effect was screened. S. Typhimurium groups were screened for survival using the fluorescence in situ hybridization technique.
Results: The relative efficacy of ABS solutions to achieve significant logarithmic reduction in foodborne pathogens E. coli O157: H7 and non-O157 serogroups and other emerging foodborne pathogens is demonstrated in this study. ABS has antibacterial effects.
Conclusion: Our present study indicated for the first time that ABS may act against E. coli O157: H7, which is a cause of thrombotic thrombocytopenic purpura, hemolytic-uremic syndrome, and hemorrhagic colitis. The interrelationships between colitis, infection, and hemostasis within the context of ABS application should be further investigated in future studies.

LETTER TO EDITOR
15.Wernicke’s Encephalopathy in a Child with Acute Lymphoblastic Leukemia
Hande Kızılocak, Gül Nihal Özdemir, Gürcan Dikme, Zehra Işık Haşıloğlu, Tiraje Celkan
doi: 10.4274/tjh.2016.0044  Pages 99 - 100
Abstract | Full Text PDF

16.Comment: In Response to “Megaloblastic Anemia with Ring Sideroblasts is not Always Myelodysplastic Syndrome”
Smeeta Gajendra
doi: 10.4274/tjh.2016.0466  Pages 100 - 101
Abstract | Full Text PDF

17.Therapeutic International Normalized Ratio Monitoring
Beuy Joob, Viroj Wiwanitkit
doi: 10.4274/tjh.2016.0467  Pages 101 - 102
Abstract | Full Text PDF

18.Iron Overload in Hematopoietic Stem Cell Transplantation
Sora Yasri, Viroj Wiwanitkit
doi: 10.4274/tjh.2016.0493  Pages 102 - 103
Abstract | Full Text PDF

19.Sole Infrequent Karyotypic Aberration Trisomy 6 in a Patient with Acute Myeloid Leukemia and Breast Cancer in Remission
Mürüvvet Seda Aydın, Süreyya Bozkurt, Gürsel Güneş, Ümit Yavuz Malkan, Tuncay Aslan, Sezgin Etgül, Yahya Büyükaşık, İbrahim Celalettin Haznedaroğlu, Nilgün Sayınalp, Hakan Göker, Haluk Demiroğlu, Osman İlhami Özcebe, Salih Aksu
doi: 10.4274/tjh.2016.0030  Pages 103 - 104
Abstract | Full Text PDF

20.Premarital Genetic Diagnosis Revealed Co-heredity Nature of Beta Globin Gene 25-26 del AA and 3’UTR+101 G-C Variants in Two Beta Thalassemia Heterozygotes
Kanay Yararbaş, Yasemin Ardıçoğlu, Nejat Akar
doi: 10.4274/tjh.2016.0069  Pages 105 - 106
Abstract | Full Text PDF

21.Acute Myocardial Infarction Due to Eltrombopag Therapy in a Patient with Immune Thrombocytopenic Purpura
Sena Sert, Hasan Özdil, Murat Sünbül
doi: 10.4274/tjh.2016.0169  Pages 107 - 108
Abstract | Full Text PDF

22.Candida-Related Immune Response Inflammatory Syndrome Treated with Adjuvant Corticosteroids and Review of the Pediatric Literature
Dildar Bahar Genç, Sema Vural, Nafiye Urgancı, Tuğçe Kurtaraner, Nazan Dalgıç
doi: 10.4274/tjh.2016.0237  Pages 109 - 111
Abstract | Full Text PDF

23.Posttranslational Modifications of Red Blood Cell Ghost Proteins as “Signatures” for Distinguishing between Low- and High-Risk Myelodysplastic Syndrome Patients
Klara Pecankova, Pavel Majek, Jaroslav Cermak, Jan E. Dyr
doi: 10.4274/tjh.2016.0251  Pages 111 - 113
Abstract | Full Text PDF

24.Intradiploic Hematoma in a Hemophilic Patient: Hemophilic Pseudotumor of Calvarium
Hakan Hanımoğlu, Zafer Başlar
doi: 10.4274/tjh.2016.0254  Pages 113 - 114
Abstract | Full Text PDF

25.The Second and Third Hemoglobin Kansas Cases in the Turkish Population
Zeynep Kayra Tanrıverdi, Arzu Akyay, Aşkın Şen, Çağatay Taşkapan, Ünsal Özgen
doi: 10.4274/tjh.2016.0297  Pages 114 - 115
Abstract | Full Text PDF

26.Leukocytoclastic Vasculitis Associated with a New Anticoagulant: Rivaroxaban
Nuri Barış Hasbal, Taner Baştürk, Yener Koç, Tuncay Sahutoğlu, Feyza Bayrakdar Çağlayan, Abdulkadir Ünsal
doi: 10.4274/tjh.2016.0353  Pages 116 - 117
Abstract | Full Text PDF

IMAGES IN HEMATOLOGY
27.Bullous Sweet’s Syndrome: Report of an Atypical Case Presenting with Ring-Like, Figurate Lesions
Andaç Salman, Aida Berenjian, Ali Eser, Fatma Dilek Kaymakçı, Leyla Cinel, Işık Kaygusuz Atagündüz, Deniz Yücelten, Tülin Ergun
doi: 10.4274/tjh.2015.0202  Pages 118 - 119
Abstract | Full Text PDF

28.Griscelli Syndrome Presented with Status Epilepticus and Hemophagocytic Lymphohistiocytosis
Fatih Demircioğlu, Hilal Aydın, Mustafa Erkoçoğlu, Hüseyin Önay, Emine Dağıstan
doi: 10.4274/Tjh.2015.0416  Pages 120 - 121
Abstract | Full Text PDF

29.Acute Monoblastic Leukemia Presenting with Multiple Granulocytic Sarcoma Nodules
Asude Kara, Aslı Akın Belli, Yelda Dere, Volkan Karakuş, Şükrü Kasap, Erdal Kurtoğlu, Mine Hekimgil
doi: 10.4274/tjh.2015.0354  Pages 122 - 123
Abstract | Full Text PDF

30.Internuclear bridging of erythroid precursors in the peripheral blood smear in a patient with primary myelofibrosis
Roger K. Schindhelm, Marije M. Van Santen, Arie C. Van Der Spek
doi: 10.4274/tjh.2016.0258  Pages 124 - 125
Abstract | Full Text PDF